Beklenen…
Unutma Türkoğlu!
Metehan’ı, Alparslan’ı, Fatih’i…
Asırlara kök salmış koskoca bir tarihi…
Bir masal anlattı kimsesiz bir derviş… Duydum… Durdum ve dinledim sessizce… Ne zaman vardı anlatırken ne de bir zamanı vardı anlatılanın. Eski dedi, çok eski zamanlarda… Sen hatırlamazsın küçüğüm, diye başladı söze…
Büyüğün yanında susmak edeptir, dedim… Dinledim…
Ak yeleli kısrakların nal vurduğu, iz bıraktığı, kanla sulanmış bozkırları anlattı… Kılıç düşerken elden, tenden uçup giden canların sualsiz teslimiyetini… Hüznü gördüm zamanın kalemiyle etrafı çizgilenmiş gözlerinde, çok rüzgarlar esti bu bozkırların üzerinden ve hangi yağmurlar yıkadı kim bilir onların izini derken...
Sustu…
Sustum ve dinledim, sessizliğini…
Koskoca bir tarih vardı ıslanan gözlerinde… Yaşanmışların ve yaşanacak olanların ağırlığı…
Bir deli isyandı sözün devamı… Yanında kırk haylaz yürekle başkaldıran, baş eğmeyen lakin baş veren bir yiğitten bahsetti…
Şimşeklerin ışığı parlarken kılıcımın üzerinde, hangi yağmur söndürür ateşimi ve hangi bıçak keser çelikten hıncımı diyerek can verdim bulanık bir ırmağın kıyısında… Can verdim şanlı bir tarih uğruna… Uslanmaz kanımla suladım tarihi diye seslenirken, tanıdım çağlar öncesinden bu kalan sesi…
Malazgirt’te yankılandı sesi, Alparslan’ın gürzünde… Bir Cuma vakti, dualar ve tekbirlerle inledi yer ve gök… Ve açıldı kapılar doğudan batıya…
Ben bir fidanım dedi, çınar olmaya hazır… Edebali kadar yorum oldum, Osman kadar rüya… Ve yeşerdim… Yorumladıkça dallandı fidan, gerçeğe dönüştü düşler… Osman diye seslendiler ezanı okurken kulağıma… Ben de, Osman diyerek fısıldadım devletin ismini, ezanlar okunurken…
Edirne de filizlendim, köklerim Bursa’da...
Peygamber muştusuyla yürüdüm Ayasofya’ya içimde gül kokusu… Çağlar kapanınca benimle birlikte, bir yenisini ekledim zamanın defterine…
Ondan alınanla ona varmalı… Gül kokularıyla vardım huzuruna... Adım Selim. Diz vurdum, iz vurdum heybetimle karşında… Bildim heybetim yanında bir zerre… Eğildim… Ben ki senin hadimin…
Şimdi koskoca bir çınar rüyalarım Süleyman’ın gönlünde… Üç kıta gölgesinde dinlenir, ve can bulur serinliğinde gönlümün…
Yazıldıysa Levh-i mahfuza yaşanacak olanlar, katlanmak gerek O’ndan gelene… Sanma, ölümdür bu tükeniş…
Üzerime geldi yedi düvel Çanakkale’de… Bende bu uslanmaz kan oldukça, ben de bu iman kaldıkça, “Hangi çılgın bana zincir vurabilir?” diyerek yangın oldum, yeniden doğmak için külümden…
Şimdi soluklanmakta bedenim…
Çok oldu tutmayalı bir kılıcı sapından… Ve çok oldu atımın sırtından ineli… Zamanın miskinliğine teslim deli yanım, zamanını beklemekte. Vakti saati geldiğinde, yolunu şaşırmış azgın nehirler gibi önüme katarak benim olmayanı ve yanıma alarak benden olanı akacağım tarihin denizine… Kim durabilir hırçın akıntımın karşısında… Hangi bent durdurur söyle…
Kalkmalıyım, doğrulmalı inancım… Ben tarihim… Tarihi ben yazdım. Adım Türk…
Tuna boylarında salınan atlar duyun sesimi! Tanrı dağlarında kopan fırtınalar işitin çağrımı! Şimdi uyanma vaktidir! Şimdi şahlanma zamanıdır…
Bu haykırışla sarsıldı yer… Bu çağrıyla yarıldı gök… Bildim, tanıdım, işittim, inandım… Bu ses, yağmurlu bir geceden kalan korku tanımaz Kürşad’ın sesi… Bembeyaz elbiselerle elinde gürz, Alparslan’ın yakarışı… Edebali’nin duasında Osman’ın, Peygamber muştusunda Fatih’in sesi…
Dinle…
Duy…
Bak!
Sana seslenmekte Şeyh Şamil… Seni çağırmakta Yesevi… Seni beklemekte adı yitip de anısı kalmış binlerce yiğit…
Gel artık…
Şanlı bir tarih yeniden yazılırken, kalem seni beklemekte… Tarihe adını düşmek için büyük harflerle…
… … … …
Adını yeniden koymakta Dedem Korkut, içimdeki yangının, anlattığı masalla… Bilirim; bir gün gerçek olacak anlatılan masallar… Ve yatağında sessizce akan dereler sel olup yeniden taşacak tarihin sayfalarında… Bekleyeceğim… Sabır ve inatla...