TÜRK KAĞAN
| Konu: NİYAZİ YILDIRIM GENÇOSMANOĞLU Salı Tem. 07, 2009 9:01 pm | |
|
DESTANLARIN EFENDİSİ; NİYAZİ YILDIRIM GENÇOSMANOĞLU Şol gökleri kaldıranın Donatarak dolduranın 'Ol!' deyince olduranın Doksan dokuz adı ile... Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'nu, şu aciz dilimizle size nasıl anlatsak... O, yukarıya aldığımız, billur gibi has Türkçe besmeleyi söyleyen adamdı... O, öncelikle eşi menendi bulunmaz, bir efendi insandı... O bir beydi... O, beyliğinin gereği olarak bir tevazu abidesiydi... Elaziz'in Yeşil Ağın'ından fışkırmış, sel olmuş, tarihi derinliği de dahil, bütün Türk Dünyası'na gönül gölü olmuş, Türkçe ve İslamca coşup, insanca taşmış, etrafına mısra mısra feyz saçmış bir şairlik ırmağıydı. O, şanlı tarihimizin şeref sayfalarında edeb üzre dolaşmış bir yiğit ozandı. O, haysiyetli seyyahlığın bütün hulasasını gönül dağarcığında biriktirmiş, en sonunda 20'inci Yüzyıl'a 'diz vurmuş, boy boylamış, soy soylamış; bir söylemiş, pir söylemiş Dede Korkut'umuzdu...
O'nun, bize aslımızı, neslimizi anlatan şiirleriyle tanıştığımızda, daha 13 yaşımızı sürüyorduk. İçimizi kıpır kıpır kıpırdatan, ruhumuzu sarıp sarmalayan bu şiirleri sular seller gibi ezberledik. Sonra ilk kitapçığı ile karşılaştık, koklaşıp kucaklaştık. Büyük Türkçü, Yiğit Dava Adamı H.Nihal Atsız'ın 'Bozkurtların Ölümü' romanının son bölümü olan Kür Şad İhtilali'ni şiire dökmüş, destanlaştırmıştı. Hem de Üstad Yahya Kemal'in tabiriyle 'ağzımızda anamızın ak sütü olan' dupduru, akıcı bir Türkçe ile... Gerçi yıllar sonra, başlı başına bir abide olan bu romanın tamamını, 'Bozkurtların Destanı' adıyla bu defa da bir destan şaheserine dönüştürmüştü. Ancak, o ilk kitapçık, bizim çocuk dilimizde, çocuk dimağımızda, nadir bulunan turfanda meyvelerin lezzetini bırakmıştı. Ve sıla ile vatanı kaynaştıran, gönül tellerimizi çayda çıra mumları gibi oynaştıran 'Kopuzdan Ezgiler' ile 'Malazgirt Destanı'... İliklerimize kadar Türk ve Müslüman oluşumuzun ihtişamını yaşatan, ruhumuzu sevgiyle kuşatan eserler... Tevazuyu yakıştıran adam...
Ve nihayet 'Ağustos Zaferleri'nin 'Destan Adamı'yla tanışma şerefini, 15 yaşımızda, 1971 Ağustos'unda yaşadık. 'Malazgirt Marşı'nın Şairi, gözümüzden gönlümüze yansıyan, oradan dilimize akseden 'Destanların Efendisi' Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Malazgirt Zaferi'nin 900'üncü Yılı Kutlama Törenleri'ne katılmak için, Arif Nihat Asya ve Galip Erdem gibi iki 'Ülkü Devi'yle birlikte Malazgirt yolundaydı ve Elaziz'de konaklamışlardı. Elbette hepsinin huzurunda ruhumuzla ve bedenimizle titredik. Ama Niyazi Yıldırım Hoca başkaydı... Boyu 2 metreye yakın, yiğit çehresine tebessüm kondurmuş, tevazuyu ruhuna sindirmiş bir güzel adam.. Kopuzu elinde değil ama dilinde bir Korkut Ata...
Cenab-ı Hakk nasib etti, ilerleyen yıllarda Elaziz'in bu yiğit evladı ile, hoca- talebe, ağabey- kardeş ilişkisi içinde, Türk Edebiyatı Vakfı ve Türk Edebiyatı Dergisi'nde, Türkiye Gazetesi'nde birlikte çalışma mutluluğunu da yaşadık. Bazı sabahlar, Türk Edebiyatı Vakfı'nın, Cağaloğlu'nda, Yeşilay Han'daki odasında, henüz yazdığı bir abide şiiri, heyecanla, ilk okuyan kişi olma bahtiyarlığına ulaştık. Günlük sıkıntılarımızı dertleştik, sırlarımızı paylaştık onunla... O, geçim derdi dahil birçok dertle boğuşurken, sanki hiç derdi, sıkıntısı yokmuşcasına bizim dertlerimizle dertlendi... Destanlar çağından günümüze bütün kahramanların, şehitlerin, alplerin, erenlerin destanını nakşetti gönüllerimize... 'Tuğ Gibi Beşbin'leri, 'Önkuzu'ları, 'Kara Mürsel'leri yazdı mısra mısra... 'Öz menem / Onlar kabuk, Öz men'em / Ülkü uğrunda şehit / Men Süleyman Özmen'em' diye haykırdı dörtlük dörtlük...
Ve 'Ağustos Zaferleri'nin destanını yazan, 'Aylardan Ağustos, Günlerden Cuma' diye haykıran 'Destanların Efendisi', 1992 yılının 21 Ağustos'unda, yine bir Cuma günü, bizi bu fani alemde gönlü yaslı, gözü yaşlı bırakıp, en verimli çağında ebed” aleme göçtü... Vefâtının 17.seney-i devriyesi hâtırasına… “DESTAN ŞÂİRİ” NİYAZİ YILDIRIM GENÇOSMANOĞLU’NUN ŞİİRLERİNDE “12 EYLÜL “ TERENNÜMLERİ… “Asrımızın Dede Korkut”u, “Destan Şâiri” ve “1929 - 1992” ömür diliminin tam otuz yılında, şiirleri ile Ülkücü Hareket’i ateşleyen bir adam; Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU.
12 Eylül 1980 öncesi basılan eserleri:
1- Bozkurtların Ruhu(1952)
2-Genç Osman Destanı(1959)
3- Kürşâd İhtilâli Destanı(1970)
4- Malazgirt Destanı(1971)
5- Bozkurtların Destanı(1972)
Ve 12 Eylül 1980’den sonra basılan eserleri:
6-Destanlarda Uyanmak(Şubat 1984)
7-Destanlar Burcu(….)
8- Alp-Erenler Destanı(1990)
Ve “Türk Edebiyatı Vakfı”, bütün eserlerini yeniden yayınladı… “Ülkücü Şehidler”e şiirler yazan bir adamdı da..
Onun “Nesillerimizin yüz akı Ülkücü Gençlik” üzerine ve 12 Eylül öncesi yaşamış o “güzelim gençlik” için yazdığı en meşhur ve kapsamlı şiiri, bence “Âsım’ın Nesli” başlıklı şiiridir:
ÂSIM’IN NESLİ
Fedâ ettik en sevgili al kınalı koçları Güneşin tez doğmasını istemekti suçları Bıyıkları terlememiş genç irisi şehidler Türk soyunun yedi gökte parıldayan burçları. Mayaları Oğuz Atam, Dedem Korkut mayası, Karılmıştır son Peygamber duâsıyla harçları Düğünlerde bayramlarda ellerinde elimiz Yel alnımızda, yüzümüzde saçları Yeşil ekin,körpe filiz, al tomurcuk güllerle Yedi rengin koyusundan bezeliydi taçları Cepleri boş, hep yarı aç, giysileri yalın kat Alparslan’ca duygularla dopdoluydu içleri Gelişleri akıl almaz efsaneler gibiydi Destanları kıskandırdı bu dünyadan göçleri Ruhlarını ihlâs ile devrettiler Allah’a Kapanırken bizde kaldı gözlerinin uçları Şehid, gazi, cümle ecdâd, vatan, bayrak, din, devlet Dâvâcıdır kıyamette alınmazsa öçleri. Koç yiğitler, cins atlara bütün binip gittiler Heves dolu, ümit dolu, ülkü dolu burçları Karıştılar Üçler ile Yediler’e, Kırklar’a Ağıtlarda, destanlarda, romanlarda kaldılar Zül saydılar el bağlayıp gerilerde durmayı “Onbin” gidip “bir” dönmeyen tümenlerde kaldılar. Sineleri gök kurşunla doldurulan yiğitler Kanlarıyla tuğralanan fermanlarda kaldılar. Genç göğüsler “vatan” diye düşerlerken toprağa Şom ağızlar, hayretlerde, gümanlarda kaldılar. Can verenler cennet içre kanatlanıp uçtular Sağ kalanlar, çakallarla ormanlarda kaldılar. Devşirilip çer-çöp, saman, hastalıklı tohumlar Kalbur üstü nur tâneler harmanlarda kaldılar. Hergün mazlum bacalardan Arş’a doğru yükselen Kıvrım kıvrım alevlerde, dumanlarda kaldılar. Yelkenleri bölük-pörsük, süvârisiz gemiler Hiç yolcusu bulunmayan limanlarda kaldılar. Rûhumuza mâveradan gizli sesler getiren Fırtınalar…”gönül” denen Ummanlarda kaldılar. Mürüvvetli zamanlardan gelmişlerdi bu güne Yadırganıp yine aynı zamanlarda kaldılar. Sakarya’nın kan fışkıran toprağından yoğrulup Unutulmuş pınarlardan doldurulan testiler… Azgın kuzey yellerinin ateşinde kavrulan Bağırlardan, dudaklarda susuzluğu kestiler. Her birinden bölük bölük yumaklanan bulutlar, Şol Ebabil kuşlarınca kanatlanıp estiler.. Haykırdılar…can bölünmez, et tırnaktan ayrılmaz! Bozkurt olup, çakalları inlerinde bastılar. En kudurgan namlulardan boşaltılan ölümü Döşleriyle göğüsleyip, başlarıyla süstüler. İtildiler, kakıldılar, dövüldüler, öldüler.. Lâkin düşen bayrakları burçlarına astılar. Yaz yağmuru sağnaklardan Kırk ikindi gürleyip Şom ağızlı baykuşların seslerini kıstılar. Ne dünyalık istediler, ne aferin umdular, Ne kavgadan vaz geçtiler, ne gücenip küstüler. Vatan, millet, din ve devlet, alsancaklar hakkına Dar günlerin erkek arslan sesiydiler…sustular!
(Destanlar Burcu, sh.91,92,93) Evet, “Destan Şâiri” rahmetli Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU, “Ülkücü Şehidlerimiz”den; Gün Sazak, Alp Er TUNGA, Süleyman ÖZMEN, Kara MÜRSEL, Dursun ÖNKUZU, Dündar TAŞER’in asker şehidlerden İlbey ve Gülbey’in ardından da şiirler yazmıştı. Bir şiirinde “Süphan Göğüslü Yiğitler” olarak tanımladığı bu “şehidleri” ise mısralarında şöyle dile getiriyordu:
“Bölünmesin diye millet, Bâki kalsın diye, devlet Dağlar gibi kemikle et Seller gibi kayım gitti Tığ gibi beş binim gitti.. Sakarya nesli yiğitler Bağrı kan süslü yiğitler Süphan göğüslü yiğitler Gitti ise benim gitti..”
“GÜN SAZAK” isimli şiirinde ise “Kurudu gözde pınarlar Canım için canım gitti Devrildi iri çınarlar Nice gül fidanım gitti. Paramparça idi ruhum Ellerinde bir gûruhum Tufanı bir nurdur ruhum Hey yakınlar uzaklar Bekler pusular tuzaklar Tayfuna dönsün Sazak’lar Gün ışığım Gün’üm gitti Bu bir nesildir sürekli Günü pek çatal yürekli Zor günlerimde gerekli Tığ gibi beş binim gitti”
“KARA MÜRSEL” başlıklı şiirinde ise duygularını şöyle dile getiriyor:
“Baba övüncüm oğul, Ana sevincim oğul, Vatan uğruna gittin Budur sevincim oğul. Seni yüksek mekteplere çok gördüler hey oğul! Hain eller ak göğsüne kızıl kurşun sıktılar Evvel giden şol gece çık şehidlere toy oğul. Anam dedin, babam dedin bayrağa Hem al bayrak oldun işte, hem de bayrakta al oğul. Bağrında kurşunlarla çık Peygamber katına Ol mübarek avcu içre birer birer say oğul. Bed yüzlüler, kem gözlüler, hor bakarmış vatana Bin tükenip yok olmadan, olmuş böyle şey oğul. Türk’ün ezel-evvel can düşmanları, Karar verdiler Alp erler ve beyler vurulacaktı! (Destanlar Burcu, 96-97)
“ALP ER TUNGA” başlıklı şiirinde ise şöyle sesleniyordu: “Er doğdu, erdemli yaşadı Satılmış katiller tuzağa düşürdüler, Dokuz yerinden, hançer üşürdüler Bir Cuma günü Ezan zamanında Uçtu ülküdaşım can Alp er Tunga Alp Er Tunga şanında Mukaddesatımın düşmanlarınca, Ülküsü yadırgandı.” (Destanlar Burcu, 98-99)
“TÜRKMEN AĞAM” başlıklı şiirinde ise; “Ülkü yolu diken olur, taş olur. Yağsız ayran, kuru ekmek aş olur Kim derdi ki, Ağama bir iş olur? Kahpe felek bize oyun etti bil, Attığı taş bağrımıza battı bil! Uluna da Bozkurtlarım uluna, Uluna da ince aylar doluna, Gafil olup güvenirsen soluna Başın üzre sefil baykuş öttü bil Vatanını iki pula sattı bil!” (Destanlar Burcu, 102-103) Mısraları ile duygularını dile getiriyordu.
“ÜLKÜ ŞEHİDİ DURSUN ÖNKUZU” başlık şiirinde ise en zor anlarda bile “ümitvâr olmak” gerektiğini hatırlatırcasına;
“Bu bayrak düşmez yere, Ölmedikce son kuzu” diye sesleniyordu.
“BÜYÜK ÜLKÜCÜ SÜLEYMAN ÖZMEN’İN RUHUNA” başlıklı şiirinde ise;
“Öz menem! Öz menem! Onlar kabuk, öz menem! Sen yel de savrulan kül, Yüreklerde köz menem! Ülkü uğruna şehid Men Süleyman Özmenem! Kurşunlanan bir Bozkurt,
Çıkarılan göz menem!” demekte ve “oynanan oyunu; “Bitsin bu kızıl oyun!” diye tanımlamakta ve eklemekte:
“Açılsın bahtı ay’ın Altay’da kurultayın Toplandığı gün menem!
“Otorite boşluğu”ndan dolayı “kendi kendilerini savunma durumu”nda kalan “Ülküdaşlarına” ise şöyle diyordu:
“Bozkurt’um vur tilkiye, Vur kurtulsun Türkiye, Sizi büyük ülküye, Götürecek iz menem” (Destanlar Burcu, 105-106)[/color]
“Adana’da nöbet sırasında şehid edilen iki er” olan “İlbey ve Gülbey”in ardından yazdığı”İLBEYLER GÜLBEYLER ÜSTÜNE” başlıklı şiirinde ise şunları terennüm ediyordu:
“Sen ‘Emir Sultan’ de, ben dahi diyem “Çifte Minare” Hain kurşunlarla serildi yere Bu kaçıncı feryad erdi göklere Bu kaçıncı gelin kaldı dul, beyim! Bu nice namertlik, nice zül beyim! Şöyle Paşam, nedir bu işin aslı? Yüzüme savrulan bu ne kül beyim? Gönül dağıma sen çare bul beyim!”
Verdikleri “destansı mücadele” ardından “Mamak Zulüm Kaleleri “ile “Belene’ler” ile “dünün Guantanomaları” ile “ödüllendirilen(!)” “Ülküdaşları”, “Yusuf Yüzlüler”, “Yusufîyeliler”, “Taş Medrese Talebeleri” için ise ıstırabını “MAMAK” başlıklı şiirinin de şöyle dile getiriyordu:
“Oğullar işkencede…Analar ağlamakta.. Körpe yüreklere kan.. Gencecik rüyalara gözyaşı demlemekte.. Demokrasi..Hak..Hukuk..Kara sevdâlıları.. Şuracıkta, Mamak’ta. Vicdanları çürüten feryâdı duymamakta. Demek bazılarının hak, hukuk anlayışı, Bazıların insan yerine koymamakta(!)”
Ve “bugünler de bile hâlâ mahpushanelerde çile dolduran Ülküdaşlarını anarcasına” da;
“Vatan hainlerinin bile doldu çilesi, Vatanı sevenlerin çilesi dolmamakta..”demekte…!!!
Evet, “Destan Şairi” rahmetli Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU, “Ülkücü Şehidleri” ardından yazdığı “şiirleri” ile “ölümsüzleştirirken”, “DEVLET Kİ..” başlıklı bestelenen şiirlerinde, “Gazi Alperenler işe koyulun” gibi mısralarında her daim “ümidî” “aşılamış, “mücadele şevkini, aşkını, heyecanını” terü taze tutmaya da çalışmıştır..
“Fedâ ettik en sevgili al kınalı koçları…”
“Alperenler; bir aşılmaz dağdılar, Aydınlığa gönül verip, yıldızları sağdılar… Nurlanıp, nur üstü nurdan, Tekbirlerle doğdular… Tek başına destandılar, Tek başına çağdılar… Tufan olup sığmazlarken evrene, Sevgi olup, gönüllere sığdılar… İman ile, erdem ile, aşk ile, İnsanlığı kenetleyen bağdılar… Ezandılar, mehterdiler, Sancaktılar, tuğdular…”
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu | |
|