Abdullah Öcalan, Türkiye Cumhuriyeti Devletini komünist bir ayaklanma ile yıkarak Marksist/Leninist/Stalinist bir devlet kurmak için PKK’yı kurmuştu.
O zaman Öcalan da klasik komünist ideoloji mensupları gibi ezilen ve sömürülen emekçi sınıfının “proleterya diktatörlüğü” için mücadele ediyordu. Kendilerince sınıf savaşı yapıyorlardı.
SSCB ile birlikte ateizm, sosyalizm ve komünizm tarihin çöplüğündeki yerine dönünce Öcalan ve örgütü, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yeni bir strateji geliştirdi. Bu, sınıf değil etnisite üzerinden yapılan, devleti yıkmayı değil bölmeyi hedefleyen bir stratejiydi. Öcalan yalnız Türkiye coğrafyasını değil, Türk milletini birbirine bağlayan inançları, dili, tarihi ve değerleri de bölmek üzere eyleme başladı. Bunun için Öcalan ve örgütü 25 yıldır hiç ara vermeden bugüne kadar insan katletmeye devam etti.
Öcalan, bütün bu cinayetleri Türk ile Kürdün bir arada yaşayamayacağını kanıtlamak için gerçekleştirmiştir. Bu amaç için kitle katliamları, vahşi cinayetler, canlı bomba eylemleri, mayınlı tuzaklar dahil akla gelen ve gelmeyen her türlü provokasyonları denemiş ancak başaramamıştır. Öcalan önce kaçtı, sonra da Kenya’da yakalandı, İmralı’ya da tıkıldı. Şimdi aldığı ömür boyu hapsin cezasını çekiyor. Bu adam her ne hikmetse İmralı’dan hem Kandil’deki terör karargâhını hem de Güneydoğudaki sivil siyasi uzantılarını yönetiyor.
Öcalan, örgüt adamıdır!
Bölgede son yapılan mahalli seçimlere Öcalan’ın gölgesi düştü. Öcalan’ın güdümündeki DTP, bölge halkının önemli bir kısmının desteğini aldı. Bu durum iç ve dış yıkıcı ve bölücü odakları hareketlendirdi. Öcalan’ı, içerideki malum medya ve destekçileri resmen devlete muhatap aldırma çalışmalarını başlattı. Öcalan’ın bu kadar etkin olmasında Barzani ve Talabani’den ihale alan gazeteciler, Kuzey Irak’ta ticaret yapan iş adamları, enerji arama ve işletme ruhsatı koparan medya mensuplarının rolü büyüktür. Ancak Öcalan’ın Türkiye Devleti tarafından muhatap alınmasına yönelik baskının en büyüğünün AB’den geldiği de bir vakıadır.
İşin garip olan yanı şudur: İmralı’da hapis yatan bir hükümlü, devlete “Kürt Sorunu”nun çözümü konusunda katkı sunacakmış. Bu zat, ömrü hayatında Türkiye’ye karşı işbirliği yapmadığı ideoloji, ilişki kurmadığı gizli servis, emrine girmediği Türkiye düşmanı devlet bırakmamıştı. Şimdi birileri ona barışı sağlamak ve şiddeti sona erdirmek gibi bir misyon yüklemeye çalışıyor. Birileri ciddi ciddi Öcalan’ın içeride hidayete erdiğini düşünmüş olmalı.
Olayın aslı!
ABD bölgeden çekilme takvimini açıklamıştır. Bölgesel Kürt yönetimi, ABD’nin çekilmesinden sonra Arap-Kürt savaşı çıkacağından korkmaktadır. Barzani yönetiminin bölgedeki varlığını sürdürebilmesi büyük ölçüde Türkiye’nin tavrına bağlı hale gelmiştir. Irak’ın merkezi yönetimi PKK’nın eylemlerinden rahatsızdır. Ankara’da Türkiye, Irak ve ABD’nin konuyla ilgili üst düzey yetkilileri arasında PKK terör örgütünün kaderi konuşulmuştur. PKK’nın da Kandil’de kapana sıkıştığı bir gerçektir. Bu durum PKK’ya silah bırakmaktan ya da teslim olmaktan başka çıkar yol bırakmamıştır.
Devlet açılım yapacaksa yapar. Bölgedeki ve ülkedeki durumu iyileştirmeye yönelik sosyal ve kültürel tedbirler varsa devlet alır. Bu konuda söylenmedik söz, ortaya atılmadık görüş, hazırlanmadık rapor kalmamıştır. Yapılacaklar bellidir ve bunu da devlet yapacaktır. “Öcalan’ı muhatap alın!” baskıları, aslında devleti küçümseyen, hukuku umursamayan ve demokrasiyi önemsemeyenlerin tavrıdır. Devleti, elinde silah olan çeteyle pazarlığa zorlamak, devletin karşısına bir başka devleti dikmek anlamına gelir. Türkiye, bu oyuna gelememelidir ve gelmeyecektir.