Türk Nesline Sahip Çıkmak
Onlarca yıldır, Türk neslinin uğruna fedayı can edebileceği milli ve manevi bütün değerleri sistematik bir şekilde “kraldan çok kralcı” davranan bir takım yerli taşeronlar vasıtasıyla ustaca ve sinsice çalındı. Onun yerine alaturka zihniyetin köleci ve materyalist mantığı yerleştirilmeye çalışılıyor. Ne yazık ki, bu mülevves gidişata “Dur!” diyebilecek bir iradenin de olduğu şüpheli görünmektedir.
Bu sebeple, Türk milletinin çok eski tarihlerde bile sadece kendi değerleri ile nasıl var olduğu, kendilerinin toplumsal otokontrol sistemleri içerisinde çocuklarını nasıl yetiştirdikleri ve nesillerini asırlar boyunca nasıl muhafaza ettikleri konusunda kısa bir mülahaza yapmakta yarar olduğu kanaatindeyim…
Orta Asya'daki Türk toplulukları genellikle ticaret yollarının geçtiği, sulak ve verimli topraklar üzerinde yerleşerek yaşamışlar, gerektiğinde de bu topraklara hâkim olmak ve başkalarına kaptırmamak için savaşlar yapmışlardır. Hayvancılık ve tarım Türk topluluklarının önemli geçim kaynakları olmuş bunun yanı sıra da ihtiyaçlar doğrultusunda mal değiş-tokuşu şeklinde ticaretle de meşgul olmuşlardır.
Aile sisteminin tesisine çok önem veren Türk topluluklarında aile reisleri kendilerine bağlı bireylerin barınabilecekleri “öy”, “öv” ve “yurt”(Büyük keçeden yapılmış çadır)vs. şeklinde barınaklar kurmaya da çok önem vermişlerdir…
Türkler yavaş, yavaş aşiretlerden devletleşmeye doğru adımlar atmaya başladıklarında emir-komuta zincirinde liyakatli insanların yer alması gerektiği düşüncesi ile çocuklarını geleneklere bağlı olarak eğitmeye önem vermişlerdir. Bu gün modern eğitim sisteminde bile dayatmacılık ve ezbercilik had safhaya çıkartılarak çocuklar adeta birer robot olmaya, kabiliyetleri ve karakterlerine ters düşen meslek dallarında faaliyet göstermeye zorlanırken, eski Türk toplulukları insan eğitmenin yolunun çocuklara öncelikle öz güven aşılamaktan ve onlara teorik bilgilerini pratiğe geçirme imkânının sağlanmasından geçtiğinin bilincindeydiler…
Dirse Han oğlu Yiğit Boğaç Destanında olduğu gibi Eski Türk toplulukları, çocuklar rüştünü ispat etmedikçe ve gençler de her hangi bir alanda kabiliyet ve kahramanlık ortaya koymadıkça onlara isim vermiyorlardı. Çocukların kız ya da erkek olmalarına bakmaksızın her birinin birer cengâver olarak yetişmeleri için de büyük emek sarf ediyorlar ve öncelikle çocuklara özgüven aşılamaya çalışıyorlardı.
Bu yüzden yaşamının ilk av tecrübesini edinecek olan çocuklar kirişlerini(Yay) kendileri gerer, oklarını ve her türlü pusatlarını kendileri hazırlar, kendileri kuşanır ve av ekibi tarafından hazır görülürlerse ava katılma hakkını elde ediyorlardı. Çünkü çocuğun çıkacağı ilk av, avda göstereceği başarı ve beceri, yaşı her ne olursa olsun artık o bireyin hayata hazır olduğunun ya da olmadığının ilk sınavı olarak kabul ediliyordu…
Çocuklar Oba büyüklerinden savaş sanatlarının yanı sıra her türlü tabiat şartlarında nasıl hayatta kalınabileceğinin bilgilerini de alıyor, her konuda onların rahleyi tedrislerinden de geçiyorlardı.
O zamanların yiğitleri bir oturuşta bir kuzuyu yer, ardından da bir çamçak ayranı içerek er meydanındaki yerlerini alır, düşmana aman diletirlerdi. Yeni doğum yapan genç bir Türk anası, bebeğini sırtına bağlayıp yoluna devam eder, gerektiğinde av avlar obasına ve tebaasına azık temin eder, gerektiğinde de düşmana karşı kılıç çalar, erinin yanında olmamasına hiç mi hiç hayıflanmazdı. Zira o bilirdi ki, obası ve tebaasını ilgilendiren bir zaruret söz konusu olmasa eri obasından uzakta olmazdı…
Obada her hangi bir unvan sahibi yiğit has bel kader yüz kızartıcı bir suç işlemiş olsa oba meclisi o yiğidin kanının akıtılmasına rıza göstermez, kendi yayının kirişi ile boğulmak suretiyle cezasının infaz edilmesini buyruk verirdi. İhanet, adam satma, çaşıtlık(casusluk), hırsızlık, emanete hıyanet ve oba meclisinden bihaber obasını vecibe altına sokacak bir eylemde bulunmak ağır suçlardan sayıldığı için bu tür suçlar işlenildiğine pek sık rastlanılmazdı…
Genellikle bahar aylarında toplanan ve bütün aşiret ve oba reislerinin katılmak zorunluluğu bulunan Büyük Kurultaylarda obanın kaderini etkileyen kararlar alınır ve bu kararlar kurultayın ilgili birimlerince diğer bahar ayına kadar hassasiyetle takip altına alınır ve mutlaka uygulanması sağlanırdı. Bu yüzden her an karşı karşıya kalınması muhtemel olan açlık ve kıtlık meselelerine karşı gereken tedbirler alınıyor ve çocuklar aşsız ve çıplak, oba ve aşiretler başsız kalmıyorlardı…
Kurultay aksakalları rüştünü ispat edebilen gençlerin mutlaka kurultayda yer almalarını sağlarlar ve alınacak kararlarda onların düşüncelerine de bir hayli önem verirlerdi… İşte bu geleneksel yapı gereği çocuklar ve gençler Çelikleşen bir irade, üstün cesaret, hızlı ve doğru karar verebilme yetisi ile donatılıyordu. Yiğitlere, küçük yaşlardan itibaren öncelikle şahsı ve ailesi için değil, obasının, tebaasının selamet, huzur ve refahı için yaşamaları gerektiği öğretiliyor, dolayısıyla da her hangi bir sebepten dolayı büyüklerinden boşalan yerleri bu gençler hakkıyla doldurabiliyorlardı…
Oba reisinin olmadığı zamanlarda Kurultaylara obanın Ecesi başkanlık eder, emir-komuta hiyerarşisine son derece dikkat edilir, Oba büyüklerinin vereceği kararlara da kayıtsız şartsız riayet edilirdi…
Bütün dünyadaki Türklerin aynı milletin mensupları olduklarını sadece genetik özelliklerin ortaklığı ile ifade etmek doğru ama noksan bir değerlendirme olacaktır. Aynı zamanda örf adet, gelenek, görenek, devletçilik anlayışı, insan eğitimi, Türk büyüklerinin insanlığa yaptığı üstün hizmetler, tarihi süreçte yaşanan ortak olaylar ve bu olayların Türk boyları üzerindeki etkileri de Türklüğün bütün boylarının tek bir milletin mensupları olduğunu destekleyen ve perçinleyen önemli unsurlardandır.
Türk milletinin ilk çağlardan beri eğitime ne derece önem verdiğini anlamak için, Hoca Ahmet Yesevi, Farabi, İbni Sina, Yusuf Has Hacib, Kaşgarlı Mahmut ile devam eden ve daha burada isimlerinden tek tek söz edemeyeceğimiz sayısız Türk büyüklerinin hangi ocaklardan yetişmiş insanlar olduklarını göz önüne getirmek yeterli olacaktır.
21 yaşında Çağ açıp çağ kapatan Fatih Sultan Mehmet Han, Türk milletinin, Türk tarihinin ilk devirlerinden beri genç nesillerini nasıl yetiştirdiklerine dair açık bir misaldir. Ne yazık ki bu akım, Mustafa kemal ****** gibi cihanşümul bir düşünceye sahip Türk büyüğünün gelip geçmesi ile noktalanmış gibi görünmektedir…
Çocuğunu komşunun çocuğu ile yarıştırmayı eğitim zanneden bazı ebeveynler, öğrencileri öğrencilikleri süresince sınavdan sınava koşturarak gerçek kişiliklerine kavuşmalarını engelleyen eğitim sistemi, Türk milletinin gelecek nesillerinin yozlaşmasında en büyük etkendir.
Aranan, özlenen, sağlıklı, gerçek Türk milliyetçisi, vatanını ve milletini seven, istiklâl sevdalısı Türk gençlerinin yetişmesi ve yetiştirilebilmesi günümüz şartlarında çok zor gibi görünse de, tamamen imkânsız değildir. Yeter ki, Türk Milleti geçmişine sırtını dönmesin, tarihi geçmişini inkâr etmesin, dayatılan yabancı hayranlığı ile kendi nesline hor bakmasın, “Medeniyetler ittifakı”, “yeni dünya düzeni” ve “Dinler arası diyalog” aldatmacalarının ve safsatalarının girdabına kendisini kaptırmasın, kendi gücünün ve sahip olduğu değerlerinin bilincinde olsun…
İşe bütün dünyadaki Türk düşmanlarının korkulu rüyası ve gelecekteki Türk nesillerinin teminatı olan Türk gençliği böyle bir gençliktir. Züppelikte bir biri ile kıyasıya yarışanlar değil…
Mehmet Emin Batur