alpurungu26 KAĞAN
| Konu: Dilşad Hatun Salı Ocak 26, 2010 9:43 pm | |
| | Güzelliği ile birlikte kahramanlıkları da dillere destan olan Türk kadınlarından en meşhurlarından olan, Dilşad Hatun, aynı zamanda Budist Çinliler’le Müslüman Türkler’in yaptıkları mücadelelerin en şanlı ve tertemiz sayfalarından birini teşkil eder. XVIII. yüzyılda Doğu Türkistan’ı sınırları içine almak isteyen Çin İmparatoru Chien Lung, bu maksatla Doğu Türkistan'daki karışıklıklardan istifade etmeye çalıştı. Kuçar Beyi Hocası Bey ile Hoten Beyi Hoşkepek Bey'in ihaneti Chien Lung'un işini kolaylaştırdı. Onların casuslukları sayesinde Hocaların ve Kalmuklar'ın askerî durumlarını öğrenen Mançu İmparatoru, Şao-Hui komutasında 1757' de Doğu Türkistan'ı fethetmek üzere kuvvetli bir orduyu gönderdi. Halk arasında yapılan propagandalar sayesinde birçok şehir savaşmadan teslim oldu. Bütün bunlara rağmen Hocalar vatanlarını 2 sene kahramanca müdafaa ettiler. 1759'da her taraftan birden hücum eden muazzam Mançu ordusu karşısında mukavemet edemeyen Hocalar, hanımları, çocukları ve yakınları ile birlikte Künlün Dağı’nı aşarak batıya kaçtılar. Mançu ordusu da arkalarından takip etti. Bedehşan hududunda binlerce kişi teslim oldu. Eskiden Bedehşan'ı istila etme fikrinde olan Hocalar, Bedehşan Emirleri tarafından iyi karşılanmadılar. Mançu ordusu kumandanı Şao-Hui, Bedehşan emirlerinden iltica eden Hocalar'ın teslim edilmelerini istedi. Mançulardan korkan Bedehşan Emiri Peygamber soyundan olanları gayrimüslimlere teslim etmek İslam dinince caiz olmadığından, her iki Hoca'yı öldürüp başlarını Mançu'lara öyle teslim etti. Pekin'e götürülen bu başlar orada uzun uzun teşhir edilmiştir. Dilşad Hatun, Burhaneddin Hoca’nın kardeşi, Küçük Hoca diye tanınan Hoca Cihan'ın eşidir. Mançu İmparatoru Chien Lung'un Doğu Türkistan'ı istilasında kocası ile beraber düşmana karşı savaşarak vatanı müdafaaya çalışmış kahraman bir Türk kadınıdır. Üstün düşman kuvvetleri karşısında mukavemet edemeyerek Bedehşan'a sığındıkları zaman Dilşad Hatun da beraberlerinde bulunuyordu. Çok eski zamandan beri Çin ve civarında, mağlup düşen tarafın kraliçe ve prensesleri ile evlenerek düşman tarafı ile akrabalık bağları kurma âdeti vardı. Mançu İmparatorları da İmparatorluk içinde çok az olduklarından, büyük bir yabancı kitleyi uzun müddet ‘idare edebilmek için’ bu siyaseti takip etmişler, idareleri altındaki kavimlerle akrabalık bağları kurmaya çalışmışlardır. Dilşad Hatun'un dillere destan güzelliğini işiten Mançu İmparatoru Chien Lung, hem böyle güzel bir kadına sahip olmak hem de Doğu Türkistan'daki Müslüman Türklerin dostluğunu kazanmak ve gelecekte vuku bulacak herhangi bir ayaklanmayı önlemek istiyordu. Bu maksatla Doğu Türkistan'daki Mançu ordusu Başkumandanı Şao-Hui'ye Dilşad Hatun'un Pekin'e getirilmesini emretti. Bunun üzerine kumandan, Bedehşan Emiri Sultan Şah'tan Dilşad Hatun’un diri olarak kendisine gönderilmesini istedi. Emir'in bunu kabul etmemesi üzerine bu sefer meşhur birkaç ulemayı Bedehşan'a gönderdi. Öte yandan kocasının öldürülerek, başının Mançulara teslim edildiği haberi Dilşad Hatun'dan gizlenmişti. Bu olaylardan dolayı çok üzüntülü olan Dilşad Hatun, devamlı surette kocasını ve vatanının durumunu düşünüyordu. Bedehşan'a gelen ulemadan Said Molla önce Sultan Şah ile görüştü. Dilşad Hatun'u Kaşgar halkının arzusu üzerine istediğini, ailesinin yanına götürüleceğini söyleyerek Sultan Şah’ı hileli yollarla kandırdı. Daha sonra Dilşad Hatun'la görüşen Said Molla, onu da kandırmaya muvaffak oldu. Müslüman halkın zulüm ve işkenceden çok şikâyetçi olduğunu, Çinli kumandanın: «Eğer Dilşad Hatun İmparator'dan rica ederse, kurtulursunuz» dediğini söylemiş, kendisinin de Kaşgar halkı namına ricacı olarak geldiğini bildirmişti. Dilşad Hatun, umumun menfaati için her türlü fedakârlığa katlanan bir kadındı. Onlara faydalı olabilmek ümidiyle bu teklifi kabul etti. Gözyaşları ile uğurlanan Dilşad Hatun iki yüz Türk askeri ve bir Çinli alayının muhafazasında yol alıyor, uğradığı şehirlerde büyük hürmetle karşılanıyordu. Kumandan, Dilşad Hatun'un kederli vaziyetinden endişelenerek belki intihar eder de Pekin Sarayı'na karşı müşkül vaziyette kalırım korkusuyla; kocasının sağ olduğunu, İmparator tarafından affedilebileceğini ve bir müddet sonra tekrar Kaşgar'a dönebileceğini söylemiş, fakat kocasının kurtulması için Prenses'in Pekin'e gitmesinin şart olduğunu da sözlerine ilave etmişti. Aynı zamanda Dilşad Hatun'u oyalamaları için emrine eski Müslüman hizmetçileri verilmişti. Kafile Pekin'e 3 aylık bir yolculuktan sonra varabildi. Pekin’e, geldikten sonra; kocasının ve diğer, akrabalarının öldürülmüş olduklarını öğrenen Dilşad Hatun'un artık iki gayesi vardı. Bunlardan biri Mançu İmparatoru'nun Doğu Türkistan'dan çekilmesini temin etmek, diğeri ise birincisi olmadığı takdirde Mançu İmparatoru Chien Lung’u öldürmekti. Diğer taraftan Chien Lung, bütün Asya'da güzelliği ve kahramanlığı ile o zamana kadar duyulmamış bir şöhret kazanan bu Türk Prensesi’ni bir an evvel görebilmek için sabırsızlanıyordu. Ziyaret günü Dilşad Hatun, huzura çıkmadan önce abdest alıp namaz kılmış ve etrafındakilerin bütün ısrarına rağmen, normal hanım elbiseleri giymeyerek, Çinlilerle savaştığı sırada giydiği zırhlı elbiseleri giymiş, İmparator Sarayına da atla girmişti. İstenildiği ve zannedildiği gibi muhteşem saray, onun iman dolu ve intikam ateşiyle yanan göğsüne haşyet ve korku vermemişti. Şerefini muhafaza edebilmek için Allah'a yalvarıyordu. Onun büyüklüğüne güvenerek merasim, salonuna girdi. Beraberinde Kalmuk Hanı Davacı'nın hanımı da bulunuyordu. Etrafında, bütün saray erkânının sıralandığı salonun ortasında yüksek tahtına oturmuş olan Mançu İmparatoru'nun önüne gelince, evvelce yapılan tembihlerin aksine, herkes secde ettiği sırada o eğilmedi. Bu hareket karşısında İmparator yanında oturan annesine: “Sessiz, fakat bana kızgın," demekten kendini alamamıştı. Vali tarafından yere kapanması için yapılan ihtar üzerine Dilşad Hatun, “Müslüman olduğumu unuttunuz mu? Biz yalnız Allah'a secde ederiz. Üstelik o benim düşmanımdır." diye cevap verdi. Binlerce senelik Çin İmparatorluk Sarayı’nda, İmparator’un huzurunda vuku bulan bu itaatsizlik olayı yüzünden bütün saray erkânı hayret ve korkuya düşmüştü. Bu hareket İmparator’a karşı büyük bir hakaret sayılırdı, cezası da ölümdü. Fakat İmparator, Dilşad Hatun'un bu davranışını anlayışla karşılamış, salondakilerin de içi rahat etmişti. İmparator’un kalkıp «Hoş geldiniz.» demesi üzerine kılıcını çekti. Etrafta uyanan büyük heyecanın aksine sükûnetle İmparator’a uzatarak: — Bu, bir teslim olma değildir, kılıcımı size Çin askerlerinin Türkistan'dan çekilmeleri şartıyla veriyorum, dedi. İmparator, Dilşad Hatun'un kılıcını aldı ve alaycı bir tavırla geri verdi. Ana İmparatoriçe çok sinirlenmiş, İmparator ise, Dilşad Hatun'un güzelliğine cesaret ve olgunluğuna kapılmaktan kendini alamamıştı. İmparator, Dilşad Hatun'u kendisine zorla bağlamak istemiyor, onu memnun ederek birgün teklifini kabul ettireceğini umuyordu. Dilşad Hatun, bundan sonra bütün günlerini üzgün ve düşünceli, ibadetle geçirmeye başladı. Kendisine bunun sebebi sorulduğunda “Vatanımı özledim. Beni oraya gönderin.” diye cevap veriyordu. Ana İmparatoriçe, Dilşad Hatun'un burada kalmasının tehlikeli olduğunu, geri gönderilmesinin icap ettiğini söyledi ise de, İmparator bunu kabul etmedi. Annesinin arzusu hilafına, onu memnun edebilmek için her gün fevkalade güzel hediyeler göndermeye başladı. Bunlar arasında saadeti temsil eden inciden bir bilezikle yeşimden bir asa da vardı. Dilşad Hatun bu iki hediyeyi hiçbir şey söylemeden kabul etmişti. İmparator Chien Lung, köşke giderek bazen ziyaret ediyor, fakat prenses daima ondan kaçıyor ve “Eğer bana dokunursan, hem seni, hem kendimi öldürürüm” diyerek, yaklaşmasına mani oluyordu. Dilşad Hatun'un eşsiz güzelliği ile dolup taşan İmparator, şimdi yalnız onu memnun etmeyi düşünüyor, gözü başka hiçbir şey görmüyordu. Bunun için de her çareye başvuruyordu. Bu maksatla birgün nedimi Ho-sen'i çağırtarak, Prensesi neşeli görebilmek için daha neler yapabileceğini sordu. Ho-sen de İmparator’a sarayın içinde çarsısıyla, bahçesiyle ve camiiyle bir Müslüman Mahallesi yaptırmasını tavsiye etti. Böylelikle, Prenses, doğduğu şehri hatırlayacak ve belki de kederli yüzüne biraz renk gelecek, yeni muhitine daha ziyade ısınacaktı. Bu fikir İmparator’un hoşuna gitti. Türkistan’ın en meşhur mimarlarını getirterek, Dilşad Hatun için Türk mimarî tarzında bir mahalle inşa ettirdi. Ayrıca sarayın bahçesine onun doğduğu yerlerde yetişen ağaç ve çiçek çeşitleri ekilmişti. İmparator, Dilşad Hatun Müslüman Mahallesi’ne yerleştirilmiş olan hemşerilerinin çarşıya gidip gelişlerini rahatça seyredebilsin diye parkta bir kule de yaptırmış ve içini devrin en güzel eşyaları ile döşetmişti. Dilşad Hatun, etrafındakilere “Benim memleketimde, gövdesi demirden, yaprakları gümüşten ağaçlar vardı. Özledim.” diye söyleyince, bu ağaçlar Türkistan'dan kökleri ile çıkarılıp arabalarla getirtilmiş ve sarayın bahçesine ekilmişti. Sarayda Dilşad Hatun için Kaşgar' dakinin aynı bir Türk hamamı da inşa edilmiştir. Kendi deyişine göre Çungariye topraklarını fethedip, Türkistan'da asayişi temin eden Chien Lung, onların liderleri olan Hoşkepek Hoca ve başkalarına düklük, prenslik ve başka unvanlar verdi. Saraylar inşa ettirip, onlara tahsis etti. Kendi yurtlarına dönmelerine müsaade edilmeyen esirler, Çangan kapısının batı tarafına iskân edildi. Onlara Çinli halka tanınan memuriyet, ticaret, seyrüsefer hakkı tanındı. “Müslümanlar da benim halkımdır. Neden onların arzusu yerine getirilmesin?” diyen Chien Lung, bu sebeple devlet hazinesinden bir miktar para ayrılarak, onların bulunduğu mahallenin ortasına bir cami yapılmasını emretti. Süslü, yüksek kemerli, geniş sahanlı olarak inşa edilen bu güzel cami, 1765' te tamamlandı. Camiin içinde 4 lisanla yazılı bir kitabe vardır. Kitabenin Çince metnini İmparator bizzat kendisi yazarak mührünü basmıştır. Zaten birçok şeyi bu kitabe vasıtasıyla öğreniyoruz. Elimizdeki asıl kaynak da gene odur. Beylerin refakatinde gelen ve savaşlarda esir edilen Türk askerleri teşkilatlandırılmış ve muhafız alayı olarak, Dilşad Hatun'un emrine verilmiş ve 3 Çin gümüş lirası maaş bağlanmıştı. Bütün bunlardan sonra Çin 'de Tanrı’nın oğlu sayılan İmparator, kabul edileceğinden emin olarak Dilşad Hatun'a evlenme teklif etti. Bu teklif kendi dininde olmayan bir düşmanıyla evlenemeyeceğini söyleyen Dilşad Hatun tarafından şiddetle reddedildi. İmparator’un Dilşad Hatun üzerine bu derece düşmesi, annesini kuşkulandırmaya başlamıştı. Bunun üzerine Ana İmparatoriçe korkunç planlar tasarlamaya başladı. Önce Dilşad Hatun'a bir hançer göndererek. “Ya evlensin, ya da kendini öldürsün.” diye haber yollamış, fakat o “Ölümden korkmuyorum, fakat daha vazifelerim var. İntikam almadan ölmek istemiyorum.” diye cevap vermişti. İmparator’un annesi, hiddet ve korkuya kapılarak İmparatoriçe ile birleşti. Beraberce bu yabancı prensesten kurtulmanın çarelerini aramaya başladılar. İmparator, her yıl olduğu gibi, o günlerde de Sema Mabedi'ne adaklarını sunmaya gidecekti. Adet olduğu üzere İmparator mabede gitmeden önceki üç günlük oruç ve ibadet için saraya çekilince, Ana Kraliçe, İmparator’un yokluğundan faydalanarak, kanlı planını tatbike fırsat buldu. Dilşad Hatun'a sahte bir dostluk göstererek, ona «Resimler Sarayı» nı gezdirmeyi teklif etti. Bir müddet gezip resimlere baktıktan sonra, bir resmin önünde durarak, Dilşad Hatun'un dikkatini çekti. Bu, Emir Sultan Şah 'in, zevci Hoca Cihan’ın başını, Çinli valiye verdiğinin temsilî resmiydi. Dilşad Hatun, bu resme bakınca dehşetle ürperdi. Ana Kraliçe “Seni bize düşman eden, en unutamadığın sebeplerden biri bu değil mi? Seni oğlumu ve devletimi kurtarmak için ortadan kaldıracağım.” diyerek hizmetkârları çağırdı. Dilşad Hatun da: — Ben ölümden korkmam, fakat intikam alamadığım için çok üzülüyorum. Bana bir hançer ver, müsaade et, abdest alıp namaz kılayım. Ben ölmesini de bilirim, demesini dinlemeyerek, çağırmış olduğu hizmetkârlara onu ipek iple boğdurmuştu. Dilşad Hatun'un sadık hizmetkârlarından biri vasıtasıyla korkunç haberi öğrenen Chien Lung, ibadetini bırakarak koşup geldi, ama geç kalmıştı. Sevdiği kadını artık uzaktan da olsa bir daha göremeyecekti.. Dilşad Hatun, hiç bir zaman İmparator’la evlenmeyi kabul etmemiş ve İmparator’a karşı yanında daima keskin bir hançer taşımıştır. Chien Lung'un evlenme tekliflerini: “Memleketimi istila eden, kocamı ve akrabalarımı öldüren bir kimse ile asla evlenemem.” diyerek defalarca reddetmiştir. Dilşad Hatun, düşmanına teslim olmak bir tarafa, hayatında bir kere dahi Çinli elbisesi giymemiş, Türk ananesine, örf ve âdetlerine sadık kalmıştı. Bu cesur, mağrur ve tertemiz hali sebebiyle, bugün bütün Çin 'de Türkistan'da bir iffet sembolüdür. Mezarı hakkında iki rivayet mevcuttur. Çinlilere göre; Büyük Mançu İmparatorlarının kabirlerinin bulunduğu yer olan Tung Ling'de İmparator Chien Lung'un mezarının yanındadır. Türkistan'da halk arasındaki yaygın rivayete göre de; naaşı Kaşgar'a getirilip, ecdadından ve evliyadan «Hoca Hidayetullah »ın bulunduğu türbeye defnedilmiştir. Müslümanlar bu türbeyi hem Hidayetullah Hoca, hem Dilşad Hatun için ziyaret ederler. Çinliler ise, her şeye rağmen, onu hükümdarlarından birinin hanımı olarak kabul ettiklerinden, mezarını mukaddes bilir ve ziyaret ederler. Onun türbesinde daha kapı önünde secde etmeye başlayan Budistlerle, ellerini açıp Fatiha okuyan Müslümanlara her zaman rastlanabilir. Kaşgar'daki mezarın içinde «CO» denilen bir sedye vardır. Halk arasında Dilşad Hatun'un cesedinin bu tahtırevan ile Pekin'den getirildiği söylentileri dolaşmaktadır. Türkistan'da Dilşad Hanım olarak tanınmıştır. Çin halkı ise onu «Şiang -Fei» ismiyle tanır. Şiang Fei, “güzel kokulu prenses” anlamına gelir. Bu kelime aynı zamanda mukaddes, ulvi mânâsını da taşımaktadır. Saray lisanında ise İmparatoriçeden sonra gelen hanım mânâsında kullanılır. Bugün Pekin’de o devirden kalma Müslümanlar’a ait eserlere rastlanmaktadır. Sarayın karşı tarafındaki Müslümanlar Mahallesi hâlâ mevcuttur. O devirde yapılan eserlerden sadece mescit 1911’de yıkılmıştır. Diğerleri olduğu gibi durmaktadır. Mescidin de temeli bellidir. Müze olarak muhafaza edilmekte olan hamam, Çin’de Türk mimarî tarzında yapılmış yegâne Türk hamamıdır. Dilşad Hatun, yıllardan beri romancılara ilham kaynağı olmaktadır. Hakkında pek çok makaleler, romanlar yazılmış, hatta Japonlar bu konu ile ilgili bir de film çevirmişlerdir.
|
| |
|