Kaderimiz Kara Toprakla Cenk İmiş…
20 Şubat 2010, Cumartesi
Ölümüne sevdalısı olduğumuz, her karışı ak topraklarımızın, kara yazısı oldu genç yiğitlerimiz...
“Şehid olmak her yiğidin sevdasıdır yaşarken
Güneşin yüzü solarmış, yüce dağı aşarken…
Hilal kollarını açmış yıldızına koşarken,
Al bayrağa rengin veren kanlara selam olsun
Vatan için serden geçen canlara selam olsun…” diye inletirken sazlarını ozanlarımız, her nefeste 'Hu!'ları çekerken ta içerimize, ülkü sevdalısı yiğitlerimize şiirler, ağıtlar yazdı kalemlerimiz...
Kara eylüllerin, kara şubatların, yüzleri ak! Haklı davamızın, ilahi nazarda en güzel tecellisi oldu onlar…
Ve müjde onlara!
“Haksız yere, hak için öldürülenler, şehitlerle birlikte hasrolunacaklardır.”
O günlerin kaderi hep matem olsada, onlar kadar şanslı olamadı kimileri… Her saat acıyla akarken zamandan, Yaradan’ın nasibiyle, Zikrül-Hakim yani Kitabı Hak’tan birer ayet olup süslediler beşeri kainatı ve de iman nuruyla bakan gönülleri…
İlahî emrin tezahürü için, mukaddes bir cihad idi görevleri... İnsan hayatını, Allah’a iman ve itaatin en sağlam derecesinde tutmak için gereken ne idi… Allah yoluna kendini adayan ve bu uğurda severek canını veren, şehitlerle dostluk değil miydi? Edeb ile geldikleri bu handan Yaradan’ın en güzel lûtfuna mazhar olup döndüler… Kardelen çiçeğiydi onlar! Hercai menekşelere inat, hep zor zamanda hep kara kışta açtılar…
Çünkü Türk- İslam’dı çatıları... Nizam-ı âlem, i’la-yı kelimetullah'tı, Turan'dı hedefleri…
Esir soydaşlarımıza mutlu, umutlu yarınlar vermekti niyetleri…
Öyle ya!
'Türk milliyetçisiydi' onlar...
Analarının gözbebekleri, Yaradan’ın en güzel emaneti... Başbuğumuzun biricik ülkü erleri!
Geçmişin karanlığında parlayan tek ziya, haklı yankılanan tek çığlıktı onlar…
'Ülkücüydü onlar!' kuvvetliydiler çünkü inançları tamdı… Esiri de, hürü de ızdırap içinde kıvranan kavm-i necip Türk milletinin ta kendisiydi onlar!
Ve varlıkları, yaşayan ve gelecekteki neslin, yaradan katında makbul niyetlerinin hediyesi oldu ‘Nisa Süresi’nin 69. ayetiyle...’
‘Öyle ya, kim Allah’a itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet sunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve Salihlerle beraberdirler... Bunlar ise ne güzel arkadaştır.’
Şubatların sert iklimlerinde şahlandılar !! Davaları için canla, başla her şeyi hiçe sayarak vuruştular… ! Akif’in övdüğü, ‘Asım’ın Nesli’nin en parlak yıldızları oldular... !
Bıkmadılar !
Bıkmadılar !
Bıkmadılar !
Yeni neslin renksiz, aciz, ürkek ve umarsız dünyalarına inat, gece mavisi yeminlerle bağlandılar davalarına!
Ve o zor gecelerin sabahında açtılar bir bir bu cennet vatanın her karışında!
20 Şubat 1980’de şehadete eren Salim Doruk o kardelenlerden biriydi.
Sivas’ın Hafik ilçesinde ikamet etmekte ve inşaat işleri ile geçimini sürdürmekteydi. Sadece kendi meşgaleleriyle muhatap olmayan ülküdaşımız, Hafik ilçesinde ilk ‘Ülkü Ocakları Derneği’nin kurucuları arasında bulunmuştu... Aynı zamanda ‘Ülkü Köy ‘ şubesinin açılması için ilk başvuruyu gerçekleştirmişti...
Evli ve Selman adında bir kız çocuğu babasıydı... Karşıt görüşlü bir grupla girdiği kavgada, militanlardan birinin yaralanması sonucu öldürmeye teşebbüsten cezaevine girdi. Tüm ülküdaşlarımız gibi bastırmayı başaramadığı iç hâlini, iç kabullerini, inandığı davasına bağlılığını naçizane aldığı bir notla şöyle ifade etmişti: ‘Bizden kendimizi inkâr etmemizi istiyorlar! Bu mümkün mü? ! Bu ülkede yaşayıp da komünist sisteme mi hizmet edeceğiz? ! Eğer ülkücü olmamızdan gocunan varsa, bu uğurda bizler, kefenimizi yıllar önce libasımızın altına giyindik bile !!’
10 yıl 10 ay ceza alan ülküdaşımız, bir süre sonra yarı açık cezaevine nakledildi. Yıllar sonra nakledildiği bu yarı açık cezaevinde artık hafta sonları da olsa ailesini görebilme fırsatına erişmişti... Tahliyesine üç ay vardı; karşıt görüşe mensup bir grup hapishane müdürüyle anlaşarak, içeriye girmişti. Elindeki nimetin, zamanı geldiğinde, bu olaya şahit olacağını unutarak ‘yemek yerken’, acımasızca yaptıkları silahlı saldırı sonucu ebed-i ilahiye, onların hiç nasiplenemeyeceği bir makamda bu hayata gözlerini yummasına vesile olmuşlardı...
Şehidimizin şehadetinden önce, o geniş gönlünden mısralara dökülen kelamları bizim için son söz niyetine...
Körün Taşı
Üçü beşi bir olmuşlar,
Beni bana vurduracak
Dokunmayın bana beyler!
Silahım satır, silahım nacak!
Kandaşım var Altay’larda
Karındaşım Balkanlarda,
Bağrımda bir gizli yara
Turan bir gün kurulacak!
Milletimi halk edemem!
Mehmet’ime Memet demem!
Davranacak olur isem
Kelleler var vurulacak!
Tuna’ da su içen atım
Tibet’te yaylayacak bacım.
Yedi budunda bayrağım
Rüzgârlarla dalgalanacak!
Salim Doruk
Şeyma ÜLKER