Vatan
Çocuklar kahvelerde siyaset tartışırken koca koca adamlar top peşinde koşuyor. Kadınlar inşaatta tonluk yükler taşırken herifler el işini, oyayı konuşuyor. Gaflet aklın yerini, Türk batının dilini, mümin küfrün elini almış. Aklı başında adam bilmem kaç tane kalmış. Her köşede bir butik, her eve bin bir tonik, kafa kırık, rakı balık kurmuşlar çilingir sofrasını beni bekliyorlarmış. Kurmuşlar idam sehpasını beni bekliyorlarmış.
Gözlerinde gecelerin karası, gönüllerde dost hançeri yarası. Etek giymeyi unutmuş Ahmet’imin karısı. Sahi nerde bir bardak çayın yarısı? Dudak payına mı feda ettik iki yudum çayımızı? Yahu, bu “komşu” Yunan değil miydi anamızı, bacımızı ağlatan? Yoksa “enişte” mi oldu eşeğimi kuru dala bağlatan? Dildeki baklayı, gizliyi saklıyı, haksızı haklıyı göremez olmuş bu halk. “Evet”ler “yes”le dolmuş, konuşmanın adı “talk”. Susma be Anadolu… Titre, silkin, doğrul, kalk…
Eskiden deli taylar, gencecik doru taylar dörtnala özgürlüğe koşardı toprağında. Nice bebeler doğdu, nice canlar son buldu mazlumun otağında. Gelir günler, geçer dünler, yiğit inler, gelin rahat yatamaz yünlerden yatağında. Zalimin batağında nasıl rahat etsin Hatçeler, Ayşeler?.. Bir it gelmiş batıdan, ölü toprağını eşeler. İsyan etti palamutlar, meşeler… Rüzgâr esse, fırtına kopsa kımıldatmaz yaprağını. Bin yıllık Müslüman Türkeli’ne Hristiyan bayrağını diktirmeyiz, dikemezler.
Köylerinde yalın ayak, başıkabak; alnı açık, bağrı yanık ozanlar türkü çağırırmış eskiden. Artık namus daha değerli değil bir kadeh viskiden. Uzaklarda çiftçi Hasan, bilmem nerde köylü Osman boy vermesini beklerken tarlada yeşil başağın, babasının doğum günü hediyesi “Şavrole”yle gezen yavşağın boynu altında kalsın. Canlar almaya gelen Hasan’a ilişmesin, Osman’a dokunmasın, onun canını alsın. “Atın öle, baban kala, ne diye kızarsın elin oğluna? Suç onun mu babasının tomar tomar parası varsa? Suçlu mudur babası “kumar, kumar” diye ortalıkta geziyorsa?” Milletin parasını cebimizden çalanlar, kancıkça kökümüze bombaları kuranlar etrafında gezerken susuyorsa elin oğlu, boynu altında kalsın. Canlar almaya gelen Ali’ye ilişmesin, Veli’ye dokunmasın, onun canını alsın.
Uğraş günü geldiğinde, düşman yurda girdiğinde ön sıraya geçmek için sökmez baba parası, sıcak yatakların mahsulü gâvurun karısı oynaşırken kucaklarda, Anadolu’mda her ocakta bir yürek sancısı. Geride kalanlar yaş dökmez gidene, giden asker olsa da “bidene.” Onlar bilirler ki: “Ya can, ya vatan!”
Vatan, vatan…
Kim bilir canını niye verdi toprak altında yatan… Bir güzelin kara gözlerinin sevdasına veya sevdiği bir ağabeyinin haydasına azını çoğunu, varını yoğunu satan…
Vatan, vatan…
Ağustos ayının çat sıcağında, buram buram terlediği yetmiyormuş gibi sivri kayalar ayaklarının altına batan adamların, kadınların kanlarıyla sulanan vatan…
Sende yetişen gençler, yanıp tutuşan gençler yandıkları ateşin farkında mıdır acep? Herkes kendi derdinde, ne ar kalmış ne edep…
Ah vatan, güzel vatan, insanın derdine dert, keyfine keyif katan…
Her damla kan bizlere, her gözyaşı sizlere, karanlık sürprizlere adanmış. Sen bir yandan elmayı çamlarda yetiştirip bir yandan armutları topraklara ekerken “âmin” demiş kâfirler, memlekete dadanmış. Etrafları yeşile beyaz rengi sarıya boyanmış bayrağına bayrak diyen milletin vatanı olmuşsun sen. “Ali’nin oğlu banka hortumlamış, maşallah, benim oğlum da hortumcu olur inşallah.” zihniyetine sahip insanların keyfiyeti için sattığı memleketi olmuşsun sen.
Elden gidiyor! Ortası sağlam ama üstü selden, altı yelden gidiyor!
Gerek yok Alevî’ye, lüzumu yok Sünni’nin, bırakın sağcılığı, boşverin solculuğu, yemişim laikliği vatan elden gidiyor!
Bin yıllık Müslüman Türkeli’ne Hristiyan bayrağını diktirmeyiz, dikemezler. Kurmuşlar idam sehpasını beni bekliyorlarmış.
Susma be Anadolu… Vatan elden gidiyor! Titre, silkin, doğrul, kalk…