3 Mayıs 1944`te Türk milliyetçileri `Irkçılık- Turancılık suçlamasıyla tabutluklara konuldular, işkenceler gördüler. Ancak bu zulüm ve çilelere rağmen onlar bildikleri yoldan sapmadılar. 3 Mayıs yüce Türk milletinin kanına, ırkına, tarihine sadık bireyleri için ayrı bir önem taşır. Bu gün Türkçülerin bayramı olarak bilinir, kutlanır. Biz bu güzel günü büyük bir coşkuyla kutlarken, soysuzların ise uykuları kaçar; bizim bu heyecanımızı, yüreğimizdeki dinmez Türklük ateşini gördükleri için
Her 3 Mayıs`ta dünyanın neresinde olursa olsun bütün Türkçüler daha bir güçlenir, daha büyük bir azimle, şevkle, heyecanla bu davaya biraz daha sarılır. Elbet az önce de söylediğimiz gibi bu durum bizim günümüz kansızlarının hoşuna gitmez.
Neden? Bu kansızlar; gariban fukara halkımızın yüreğindeki saflık kokusunu biraz almışsa; marksizm, komünizm, sosyalizm, vs. gibi üç kuruşluk değeri olmayan palavralarla kandırıp, damarlarındaki asil Türk kanına bu zehri enjekte etmeleri için bir engeldir, Müslüman Türk Ülkücüleri!
Ancak... Bu günü biz dünya üstünde son Türk kalana dek kutlayacağız yine de, kutlayacağız amma; bu tarihte, 3 Mayıs 1944 tarihinde de neler olduğunu unutmamak gerek. Bu devirde ülkeyi hakimiyeti altına almaya çalışan, ve bu uğurda da bir çok ülkücüye, başta rahmetli Başbuğ`umuza, Atsız`a elinden geldiğince bela yaratmaya çalışan, zamanında ******`ün bile kuyusunu kazmaya uğraşan, vefatından sonra paraların üstüne hemen kendi resmini koydurtan bir soysuz, bir kansız, bir Milli Şef faktörü var. Halen daha o şeref fukarasının tohumları bu vatanın topraklarında canı istediği gibi, sanki hiç bir şey olmamış gibi dolaşmaktalar.
Şairin `Öz yurdunda garipsin, özyurdunda parya` dediği gibi tutuklanır Türkçüler... Devrin dalkavuk iktidarının uyduruk nedenlerle açtığı ` Türkçülük-Turancılık Davası ` başlar. Türkçüler tabutluklara atılırlar, işkencelere uğrarlar. Buraya kadar Türkeş`in hayatından kesitler sunduk, şimdi ` Tabutluk ` olayına geniş bir satırbaşı açılım. Bu olaylar Türkiye`nin kara sayfalarındandır. Onun için bu olayları geniş şekilde irdelemekte yarar var.
Türkleşmek-muasırlaşmak
TÜRKİYE Cumhuriyeti Devleti 1944 yılına gelene kadar denilebilir ki; görünüş itibariyle de olsa kuruluş ülküsüne bağlıdır. Bu ülkü de Türkçülüktür. Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura gibi Türkçü düşünürlerin, Türk Ocakları`nın ortaya atmış olduğu tezler, Mustafa Kemal ****** tarafından ustaca yaşam alanına geçirilmiş ve uygulanmasına başlanmıştır. Türkçülüğün önerdiği yeni hayatta, ümmet devleti yerine millet devleti vardır.
Saltanat yerine cumhuriyet vardır. Kadınların toplumsal hayata katılımı vardır. Dini kurumların Türkleşmesi, Türkçeleşmesi vardır.
Camilerdeki hutbelerden Kur`an`a, Kur`an`dan ezana kadar Türk dili ile ibadet vardır. Ekonominin Türkleşmesi vardır. Kısacası hayatın her alanında Türkleşme teklifi vardır. Mustafa Kemal bu önerileri cesaretle yeni Türkiye`de hayata geçirir.
Kadın haklarından ezanın Türkçeleştirilmesi, ekonomik Türkleşmeden hukuka kadar... Cumhuriyetin ilk partisinin program umdelerinin hazırlayıcısı da yine Türkçülüğün ve aziz ******`ün fikir babası Ziya Gökalp`tir. Dolayısıyla 1940-1944 döneminin devlet yönetenleri Türkçülük ideolojisinin hem ırki yönüne, hem de Turan yönüne yabancı değillerdir.
Burjuva yaratma özlemi
MUSTAFA Kemal ile başlayan Türk aslından burjuva yaratma özlemi 1940`larda gerçekleşemez, azınlıkların milli ekonomideki hakimiyetlerinin kırılamadığı görüldüğü için; azınlıkları ekonomiden kovmak amacıyla `Varlık Vergisi` konulur. Müslüm`e M, gayri müslime G, dönmeye D` deyip üçlü bir sınıflamaya gidilerek azınlıklardan takatlerinin üzerinde vergi alınmaya çalışılır. Milli ekonomideki hakimiyetleri yok edilmeye çalışılır. 1944`e gelene kadar çeşitli okullara girişleri dahi yasaktır. 1944`lerde bile Türk ırkından olma esası aranır. Dahası 2. Dünya Harbi`nin başlarında Ankara hükümeti Almanlar`la gizli pazarlığa bile oturmaya çalışır. Pazarlığın konusu da Kafkasya ve Türkistan Türkleri`dir.
Konuşma başka, uygulama başka
İŞTE böyle atmosferdeki Türkiye Devleti`nde dönemin Başbakanı Şükrü Saracoğlu, 5 Ağustos 1942 tarihinde Meclis kürsüsünden okuduğu kabine programının sonuç konuşmasında; `Biz Türk`üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. (Meclis`te alkış ve bravo sesleri) Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız ` diyerek devletin başbakanınca devletin temel ülküsü anlatılmaya çalışılmıştır. Dönemin gençliği hassas derecede Türkçüdür. Milliyetçidir.
Zaten 3 Mayıs 1944`ü yaratanlar da bu yüksek Türklük şuuruna erişmiş Türk gençliğidir. Büyük Türkçü Nihal Atsız; devletin ülküsünün Türkçülük ve dönemin Başbakanı Saracoğlu`nun da Türkçü olduğu inancı içindedir. Buna karşılık devletin her tarafına komünist ve hain kadroların yerleştirilmekte olduğunu görmektedir.
O günkü Başbakanı ve devlet yetkililerini uyarmak için Nihal Atsız; devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu`na Orhun Dergisi`nde 1 Mart 1944`te ve gene bir ay sonra 1 Nisan 1944`te olmak üzere iki açık mektup kaleme alır.
Devletin içine hatta beynine sızmaya çalışan virüsleri haberdar eder. Ve Başbakan`a şikayet ve uyarıda bulunur. Bunlar arasında sonradan Bulgaristan`a kaçarken öldürülen Sabahattin Ali de vardır.
Devrin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel`i bu mektuplar büyük bir telaş ve endişeye düşürür. Hasan Ali Yücel ile o günlerin Ulus gazetesi başyazarı Falih Rıfkı Atay`ın teşviki ile Sabahattin Ali tarafından Nihal Atsız mahkemeye verilir.
Ramazan Kaan Kurt