alpurungu26 KAĞAN
| Konu: İslamiyet Öncesi Dönemde Türk Kadını Salı Ocak 26, 2010 9:33 pm | |
| | | Aile, toplumun temel kurumlarından en önemlisidir. Toplumu ayakta tutan, temel öğedir. Üretim-tüketimde bulunmak, çocuğun toplumsallaştırılması, eğitimi, korunması, sevgi, gibi pek çok işlevleri olan, bütün toplumlarda en fazla evrensellik gösteren bir kurumdur. Bu özelliklerini dikkate alarak şöyle bir tanım yapabiliriz: "Aile, insan türünün sürekliliğini sağlayan, toplumsallaşma sürecinin ilk ortaya çıktığı, karşılıklı ilişkilerin belirli kurallara bağlandığı, o güne dek toplumda oluşturulmuş maddî ve manevî zenginlikleri kuşaktan kuşağa aktaran biyolojik, psikolojik, ekonomik, toplumsal, hukuksal yönleri bulunan toplumsal bir birimdir.” Eski Türk ailesine ilişkin kaynaklar çok sınırlıdır. Mevcut kaynaklardan elde edilen bilgiler burada değerlendirilmiştir. Kısmen de destanlara başvurulmuştur. Çünkü destanlar da o zamanki Türk ailesinin yaşam biçimlerini yansıtmakta idiler. Türk mitolojisinde kadın önemli rol oynar. İslamiyet öncesi Türk destanlarında yalnız tanrı değil, tanrıçalar da vardır. Tanrıçaların yaratma gücü vardır, nesillerin devamı onlardan doğar. Destan kahramanlarının yol arkadaşı, yardımcısı ve eşi yine kadın olup, bu kadınlar tanrısal niteliklere sahiptir. Destanların büyük kahramanları bu kahramanlara kadınlık ve kutsal Türk çocuklarına analık yapan kadınlar, çok kere tanrısal bir ışıktan doğarlar. Bu destanlar Türk kadınının sosyal ve dinî yaşamdaki rolünün ve değerinin ne kadar üstün olduğunu ispat etmektedir. Eski Türk toplumlarında aile en önemli sosyal birlik olduğundan, ailenin temelini teşkil eden kadın, Türk destanlarında ve Türk felsefesinde yüce bir mertebeye sahiptir. Kadın, erkeğin biricik yoldaşı ve çocuklarının anası olmak gibi önemli bir vazifeyle görevlendirilmiştir. Daha da önemlisi Türk Milleti'nin tek bereket kaynağıdır. Kendisine verilen birtakım haklardan dolayı hanların, hakanların, önünde saygıyla eğildikleri bir şeref abidesidir. Türk destanlarında kadın ilahî bir varlık konumundadır. Öyle ki erişilip dokunulmasının, koklanmasının, beş duyuyla algılanmasının imkânı yoktur. Yaratılış Destanı'nda, Tanrı'ya insanları ve dünyayı yaratması için fikir ve ilham veren, "Ak Ana" adında bir kadındır. Oğuz Kağan'ın ilk karısı, karanlığı yararak, gökten inen mavi bir ışıktan, ikinci karısı ise kutsal bir ağaçtan doğmuş insanüstü varlıklardır. Göktürkler’in Yaratılış Destanı’nda "Kurttan türeyiş" olayı anlatılır. Bu kurt, dişi kurttur. Göktürk Devleti'nin kurucularından Aşina ailesi, bu kurttan türeyen on boydan biridir. Yakutlar'da "Ak Oğlan" ağacın içinden çıkan nurlu bir kadın tarafından emzirilmiştir. İlk Türk yazıtlarından olan Bilge Kağan Kitabesi’nde Kağan: "Sizler anam, hatun, büyük annelerim, hala ve teyzelerim, prenseslerim..." hitabıyla söze başlar. En eski Türk inancına göre, "Han ile Hatun" gök ile yerin evlatlarıdır. Kadın burada yedinci kat göktedir. Kadına, böylesine bir kutsallık veren törede kadının dövülmesinin, horlanmasının imkânı yoktur. Zaten Türk kültüründe ve destanlarında böyle bir durum göze çarpmamaktadır. Türk destanlarında kadın erkeğin daima yanındadır. Onların güç ve ilham kaynağıdır. Dede Korkut Hikâyeleri’nden olan "Deli Dumrul’da, Dumrul canının yerine can bulma çabasına girince bunu kadınından bulmuş, kadını ona hiç çekinmeden canını vereceğini söylemiştir. Yine Türk kültüründe destan kahramanları iyi ata binen, iyi kılıç kullanan, iyi savaşan kadınlarla evlenmek istemektedir. Nitekim Dede Korkut'taki Bamsı Beyrek Hikâyesi’nde yer alan "Banu Çiçek" bunun en güzel misalidir. Kırgızların Manas Destanı'nda kadın, evin namusunun koruyucusudur. Kazaklarda kadına verilen değer şu atasözüyle ne güzel anlatılmıştır: "Birinci zenginlik sağlık, ikinci zenginlik ise kadındır." Tüm Türk destanlarında sarsılmaz bir saygı, sevgi ve sadakat vardır. Kadınların savaşta düşmanın eline geçmesi büyük bir zillet sayılır. Oğuz Kağan Destanı'nda ırza tecavüz edenlerin öldürüldüğü veya gözlerine mil çekildiği ifade edilmektedir. İranlı bir tarihçi olan Gerdizi de "Malumdur ki Türk kadınları çok iffetlidirler" derken, Türk kadınının ahlakî temizliğini övmektedir. Bu övgü boşuna değildir. Nitekim kadın adları arasında temiz, faziletli manasına gelen "Hun, Sabir, Arig, Arık, Uygur Silink, Kazan Silu" gibi adların bulunması sebepsiz değildir. Aynı şekilde İbni Batuta Seyahatnamesi’nde Kırım'daki hatıralarını anlatırken şöyle demektedir. "Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türklerin kadınlarına gösterdiği hürmetti. Burada kadınların kıymeti ve derecesi erkeklerinden daha üstündür." Eski Çin kaynakları da, Türk ailesinin birçok ahlakî özelliklerini sıralamaktadır ki, bunlar günümüz Türk aile modeliyle büyük ölçüde uyum sağlamaktadır. Orhun Kitabeleri’ne göre Türk toplumunun yapısını şöyle tespit etmek mümkündür: Oguş - aile Urug - aileler birliği Bod - boy, kabile Bodun - boylar birliği İl- müstakil topluluk, devlet, imparatorluk Eski Türk toplumunun ilk sosyal birliği olan aile bütün sosyal bünyenin çekirdeği durumunda idi. Kan akrabalığı esasına dayanıyordu. Türklerin, dünyanın dört bir yanına dağılmalarına rağmen varlıklarını korumaları, aile yapısına verdikleri büyük ehemmiyetten ileri gelir ki, bunun bir delili de Türk dilinde, başka milletlerde rastlanmayan zenginlikte mevcut olan akrabalık nüanslarını belirleyici kelimelerdir. Eski Türk ailesi “geniş aile” şeklinde görünmekte ise de, aslında "küçük aile" tipinde kuruludur. Çünkü Türk ailesi; aile reisinin, âdeta mülk sayılan aile efrâdı üzerinde kesin söz hakkına sahip eski Yunan'daki "genose" ve Roma'daki "gens"ten (geniş aileler) çok farklı olduğu gibi Slavlardaki, aile büyüğünün bütün aile halkına köleleri gibi hükmettiği, kollektif mülkiyete dayalı, tipik “geniş aile” olana “zadruga”ya da benzemez. Bu tip ailelerde evlâtlar, mülk ve söz hakkından yoksundurlar. Gelişmiş çoban ailesinde ise ortaklık yalnız otlaklar ve hayvan sürülerinde görülür. Türkçe’de izdivaç için kullanılan "evlenme" veya "evlendirme" tâbirleri, evlenen erkek veya kızın baba ocağından ayrılarak ayrı bir ev (aile) meydana getirdiğinin ifadesidir. Dağınık çobanlık hayatı "Büyük aile" kuruluşuna elverişli değildi. Onlar belirli toprak üzerinde kümelenip bir arada oturamazlardı. Böylece "küçük aile" nizamında yaşayan eski Türkler daha hür fertler yetiştirmek imkânına sahip idiler. Türklerde çoğunlukla tek eşlilik (monogami) görülür. Eski Türk toplumunda hür olan ve Asya Hunları’ndan beri ata binip ok attığı, top oynama, güreş gibi ağır spor yaptığı, savaşlara katıldığı tespit edilen, namus ve iffetine düşkünlüğü yabancı kaynaklarda bilhassa belirtilen Türk kadını, itibar sahibi idi. Eski Türklerce kullanılan kang (baba) ve ög (anne) kelimelerinin 9. yüzyıldan itibaren ata ve ana olarak değiştiği anlaşılıyor. Türk ailesinde akraba adlarının zenginliği aileye verilen önemi gösterir. Her millet kendi aile nizamı üzerine kuruludur ve aile tipinin değişmesi bütün sosyal yapıyı da değiştirebilir. Bu bakımdan Türk ailesi dikkate değer hususiyetler taşımaktadır. Türk aile sisteminin esasları eski Türk siyasî, sosyal hemen bütün kuruluşlarına ve fertlerin davranışlarına yansımıştır. Eski Türk toplumundaki özel mülkiyette, ferdî hukukta, hürriyet ve istiklâl tutkunluğunda, insanları himayeye yönelik sosyal davranışlarda, adalet, dinî hoşgörü anlayışlarında ve bütün bu saydıklarımızı gerçekleştirmek ve korumakla görevli olan devletin "baba" telâkki edilmesinde Türk ailesinin, ana, baba, evlât münasebetlerinde temellenen, prensiplerini görmek mümkündür. Esasen eski Türk Devleti iki sosyal birliğe dayanmaktadır: Aile ve ordu. Daha önce de bahsettiğimiz gibi Türkler’de toplumun çekirdeği aileden oluşur. Bu da baba, oğul ve torunlardan ibarettir. Evlenip giden kızlar ile onların çocukları aileden sayılmazlardı. Eski Türkler’de babadan sonra aileyi anne temsil ederdi. Bu nedenle annenin yeri, babanın diğer akrabalarından ileri olurdu. Babanın mirası anneye değerdi. Çocukların vasisi oydu. Eski Türkler’de ailenin bölünmezliği ve birliği üzerinde önemle durulurdu. Sosyal düzenin temelini teşkil eden aile ile devletin benzerlikleri söz konusu olup, aile bir bakıma devletin küçük bir kopyası gibiydi. Ayrıca evlilik kararını verme sadece babaya ait değildi. Kız kendi hayat arkadaşını seçme hakkına sahipti. Bu durum hukukî açıdan kadının hür olduğunun bir işaretidir. Eski Türkler’de evlenen her erkek ayrı bir ev kurardı, sadece en küçük oğul “od tekin” ünvanıyla, baba ocağını devam ettirmek maksadıyla ayrı eve geçmez, baba evinde kalmaya devam ederdi. Kıza da çeyiz verilirdi. Evlenme sırasında kız ailesine hediye şeklinde başlık verilirdi. Miras hakkı olarak verilen “kalın” ve “çeyiz” ailenin ekonomik birliğinde temel rol oynamıştır. Kız tarafı kızını vermekten vazgeçtiği takdirde aldığı kalını iade etmeye mecburdu. Türk ailesinde aile içinde kadının ve çocukların kendilerine ait mülkü vardı. Evlenen kadının baba evinden getirmiş olduğu çeyiz malı üzerinde kocanın hiçbir tasarruf hakkı yoktu. Ev, yalnız erkeğin değil, erkek ve eşinin müşterek malı idi. Bu sebeple evin erkeğine “ev ağası” denildiği gibi, evin hanımına da “ev kadını” unvanı verilirdi. Kardeşin dul kalan eşi ile veya çocuksuz üvey anne ile evlenme şekli olan “leviratus” geleneği mevcuttu. Hunlar’da, Göktürkler’de ve Oğuzlar’da görülen leviratusun amaçlarından biri ailenin maddî varlığının bölünmezliği idi. Türkler’de leviratusun gayesi dul kalan kadınları himaye etmek onların hayatını teminat altına almak ve kadın aileden ayrıldığı takdirde kendi malını alıp gideceği için mülkünün parçalanmasını önlemekti. Ancak bu geleneğe uymada kadın özgür bırakılmıştır. Kocası ölen bir dulun, aile içinde başka birisine varması ancak dulun isteğine bağlı idi. Dul istemezse, çocuklarının başında koruyucu olarak kalabilirdi. Kocasının malından ise iki pay oranında bir miras hakkı vardı. Malın diğerleri ise, çocuklarınındı. Hatta dul dışardan bile evlenebilirdi. Ancak yeni kocasının kalınını, eski kocasının ailesine vermesi gerekirdi. Eski Türkler’de zina ağır bir suç sayılmış ve bu suçu işleyenler de şiddetle cezalandırılmıştır. Evli bir kadın kutsal addolunur ve ona tecavüz edenler ölümle cezalandırılırdı. Genç kızları kandıranlar da ağır cezalara çarptırılırdı. Evlenme çağındaki genç kız, kılıçla dövüşür ve yendiği erkekle değil yenildiği erkekle evlenirdi. Eski Türkler’de, örf ve adetlere göre boşanma olayı da iyi karşılanmazdı. Boşanmanın erkekler aleyhine cezası vardı. Yani kadın erkeğin yanında saygın bir yere sahipti. Gerek göçebe yaşam tarzı, gerekse Türk kültürünün kadına her alanda tanıdığı kolaylıklar, kadına giyimi konusunda rahatlık sağlamış, yaşayış biçimiyle de kadın erkekle aynı çizgide bir yaşam sürmüştür. Türk kadını giyiminde kapalı değildi. Çünkü o evinde, çadırında, tarlasında, atı üzerinde hep erkeğiyle beraberdi. Eski Türk ailesi ile ilgili ilk yazılı kaynak olan Orhun Abideleri’nde İlteriş Kağan ve annesi İlbilge Hatun’un birlikte tahta çıktıkları belirtilir. Orhun Abideleri aile, evlilik hukuku ve kadının durumuna ilişkin bilgiler içermektedir. Bu abidelerden yola çıkarak Göktürkler’de hatunun devlet işlerini hakanla birlikte yürüttüğü sonucu çıkarılabilir. Savaşlarda, zaferin tam olarak kazanılması, düşmanın tamamen yok olması ve silinmesi için hatunun ele geçirilmesi gerekliliği hatunun siyasî ve sosyal yönüne verilen değeri gösterir. Çin kaynaklı belgelerden Asya Hunları'nda hatunun hakanın yanında yer aldığı, devlet yönetiminde, diplomatik ilişkilerde merasim ve törenlerde devleti temsil ettiği anlaşılmaktadır. Mete'nin hatunu Çinlilerle ilişkileri hakkında Mete'ye; “ Çin alınamaz, alınırsa da idare edilemez.” demiştir. Çin ile yapılan barış görüşmelerinde Mete’nin eşi de bulunmuş, Mete komutan, hatun ise diplomat rolünde olmuşlardır. Eski Türkler’de hatun siyasette olduğu gibi, askerî açıdan da güçlü ve kuvvetli idi. Silahşorluk, kahramanlık Türk erkekleri kadar Türk kadınlarında da vardı. Kadınlar doğrudan doğruya hükümdar, kale muhafızı, vali ve sefir olabilirlerdi. Hükümdar törenle unvanını alırken, zevcesinin veya hatun olmak üzere saraya gelen gelinin- törenle “katun” (hatun) unvanı aldığı bilinmektedir. Türk Devletleri’nde hatunlar söz (Hatunluk hukuku) sahibi idiler. Aralarında devlet siyasetine yön verenler, devlet başkanlığı yapanlar ve naip olarak devleti idare edenler vardı. 585 ve 762 yıllarında Çin elçilerinin kabulünde Göktürk hatunları hazır bulunmuşlardı. Ayrı sarayları ve buyrukları bulunan hatunlar umumiyetle devlet meclislerine katılırlar, bazen elçileri ayrıca kabul ederlerdi. Hatunların gelecekteki hakanların anneleri olmaları sebebi ile ilk zevce ve asil (yani Türk) olmalarına dikkat edilirdi. Prenses sözünün Türkçe karşılığı da ‘esi’ idi.
|
| |
|