alpurungu26 KAĞAN
| Konu: Tarihte Türk Kadını Salı Ocak 26, 2010 9:41 pm | |
| | Âlemlerin Yaratıcısı, bu âlemi yaratırken gündüzün yanında geceyi, suyun yanında ateşi yarattığı gibi insanı da kadın ve erkek olarak yaratmıştır. Her cemiyet kadın ve erkekten oluşur. Lâkin her millette, kadının ve erkeğin statüsü farklıdır. Kimi toplumlarda kadın tamamiyle yok sayılmış; kimi toplumlarda ise her şey kadının emrine bırakılmıştır. Türk demek, “Devlet” demektir. Türk Devleti’nin temelini ise Türk ailesi oluşturur. Türkler’de devlet, milletin ortak malı olduğu için, erkek de kadın da devletine sahip çıkar. Devletin ve ailenin sorumlulukları her ikisinin sırtına yüklenmiştir. Devlet ve aile için, sorumluluklarda ve haklarda eşitlik vardır. Türkler’de bir kişinin asil olabilmesi için hem babasının hem annesinin Türk olması lazımdı. Bir kız, yalnız babası Türk olan bir delikanlı ile evlenemezdi. Bir prensin Hakan olabilmesi için hem Tigin (anne tarafından asil olanlara verilen unvan) hem de İnal (baba tarafından asil olanlara verilen unvan) olması lâzımdı. Türk ailesinde kadın çocuklarının istikbali hakkında söz sahibiydi. Eski Türk toplumlarında kadın erkekle aynı sorumlulukları yüklenmişti ve erkekle eşit haklara sahipti. “Grek tarihçisi, Priskos’a göre: Atilla’nın yanına giden Doğu Roma elçileri Atilla’nın huzuruna çıkmadan önce, Hun İmparatoru’nun karısı Arıkan tarafından kabul edilmiş ve parlak ziyafetlerle ağırlanmışlardır. Bu durum bize İmparatoriçe’nin Atilla kadar nüfuza sahip olduğunu gösterir.” Kadınların siyasî-idarî faaliyetlere iştirak etmesi, elçileri, bilim adamlarını, yabancı heyetleri kabul ederek onlarla çeşitli konuları görüşmesi, müzakere etmesi hatta ziyafetler tertiplemesi bu nüfuzun kanıtıdır. Tarihin her devrinde ve her Türk Devleti’nde Türk kadınları bu tür faaliyetleri büyük bir vakar ve haysiyetle yürütmüşlerdir ve bu tür faaliyetlerde büyük yetkilerle hareket etmişlerdir. Büyük Hun İmparatorluğu adına, Çin ile ilk barış antlaşmasını Mete’nin eşi imzalamıştır. Uygur Devleti’nin kuruluşu sırasında, Hakan Alp İlteber’in annesi Uluk Hatun, ülke içindeki anlaşmazlıkları çözümlüyor, yargı yetkisini de kullanarak kanunlara muhalefet edenleri şiddetle cezalandırıyordu. Uygur Devleti’nde, Böğü Kağan Çin’e hücum ettiği zaman, bu sefere Hatun’u da bizzat katılmıştı. Aynı şekilde çok daha önceleri destanlara konu olan Alp Er Tunga, Kirus tarafından öldürülünce İmparatoriçe Tomris ordusunun başına geçip vatanını kahramanca müdafaa etmiştir. Uygur başkentine giren Çin elçisi Vang ye Trö, Uygur kadınlarının hotozlu şapkalar giydiğini ve kabul töreni sırasında Kağan’ın kızlarının da hazır bulunduğunu yazmaktadır. Cengiz Han’ı ziyaret eden bir başka Çinli taoist filozof Çang Çun, Cengiz Han’ın karısı tarafından davet edilmiş ve ağırlanmıştır. Köktürkle’rde, Uygurlar’da, Sabirler’de ve Türk tesirinin çok olduğu Moğol İmparatorluğu’nda da kadına büyük değer verilmiştir. “VII. yy.dan kalma Orhun Kitabeleri’nde Bilge Kağan, İkinci Köktürk İmparatorluğu’nun kuruluşunu anlatırken, “Türk Tanrısı, Türk Milleti yok olmasın diye babam İlteriş Kağan ile anam İl-Bilge Hatun’u gönderdi.” demiş; annesini sevgi ve şefkat ilahesi Umay’a benzetmiş ve onun ölümünde büyük merasim tertiplendiğini söylemiştir. Türk töresine göre, kadının bütün içtimaî işlerde erkekle beraber bulunması şarttır. Hatun da devlet idaresinde Hakan’la aynı haklara sahipti. Fermanların muhakkak surette “Hakan ile Hatun buyurur ki…” diye başlaması lâzımdı. Sadece “Hakan buyurur ki…” diye başlayan fermanların hükümleri bazı yerlerde yerine getirilmezdi. Hatun, Hakan’ın solunda otururdu. Siyasî konuşmalarda, elçilerin kabullerinde hazır bulunur ve harp meclislerine iştirak ederdi. Uluğ Yasa’da kadın haklarını koruyan müeyyideler mevcuttur. Mesela; bir kadına tecavüzün cezası idamdır. Bundan başka, kanun, aile kadınlarına kocaları yahut çocukları lehine Han’dan şefaatte bulunmak yetkisini vermiştir. İslam’dan önceki; Türk toplumunda kadının yerine dair en güzel misallere Dede Korkut Hikâyeleri’nde rastlanır. Bu hikâyelere göre kadında aranan meziyetler; annelik duygusu, kahramanlık, sadakat, misafirperverliktir. Anne hakkı Tanrı hakkıdır. Ana ile oğul arasındaki bağlılık, büyük kahramanlık olayları meydana getirir. Mesela, Dirse Han oğlu Boğaç Han Destanı’nda Dirse Han, kırk namerdin iftirasına inanarak oğlu Boğaç Han’ın hain ve kötü bir evlat olduğuna hükmeder ve ilk avı esnasında onu okla vurur. Burla Hatun, kocasının avdan yalnız döndüğünü görünce büyük bir korkuya kapılır. Oğlunun başına bir felaket geldiğini sezerek onu aramaya çıkar. Boğaç, kendisini kanlar içinde bulan annesine korkmamasını, yaralanınca Hızır’ın gelerek yarasını sıvazladığını: “Sana bu yaradan ölüm yoktur. Ananın sütü ile dağ çiçeği sana merhemdir.” dediğini söyler. Burla Hatun, kocasından habersiz oğlunu tedavi eder. Aynı şekilde Salur Kazan ava çıktığı esnada bunu fırsat bilen Şökli Melik, Salur Kazan’ın evini yağmalar. Han’ın annesini oğlu Urus’u, zevcesi Burla Hatun ve maiyetindeki kırk ince belli kızı esir alır. Bunu haber alan Salur Kazan her şeyden önce annesini geri ister. Şökli Melik, Burla Hatun’u sâki yapmak ister. Fakat Burla Hatun’u korumak için esirlerin hepsi de Burla Hatun’un kendisi olduğunu söylediğinden, kırk ince belli kızdan hangisinin hakiki Burla Hatun olduğu tespit edilemez. Sonunda Şökli Melik korkunç bir usûle başvurur. Urus’un etinden yemek yapılarak onlara verecek. Kim yemezse, onun Burla Hatun olduğu anlaşılacaktı. Burla Hatun, bu durumu oğluna anlatınca, Urus, annesine kâfire teslim olmamak için kendi etinden çekinmeden yemesini söyler. Dede Korkut Hikâyeleri’ne göre, bir toplumda aranan en büyük değer, kahramanlıktır. Bu vasıf, hem erkekte hem kadında aranır. Devamlı hareket halinde olan bozkır yaşayışında kadın, yaptığı işler bakımından erkekten farksızdır. Hikâyelerde Kan Turalı babasına, alacağı kızın kendisi kadar kahraman olmasını söyler. Trabzon Tekfuru’nun Selcen isimli kızı tam istedikleri vasıfları haizdi. Ancak babası bu kızı alacak olanın üç azgın canavarı öldürmesini şart koşmuştu. Aynı şekilde Pay Büre, oğlu Beyrek’e “Sana Oğuz'dan kimi alıvereyim?” diye sorduğu zaman oğlu: “Baba, bana bir kız alıver kim, ben yerimden turmadın, ol turmak gerek; ben kırıma varmadan, ol baş getürmek gerek” diye cevap verir. Beyrek ile Kan Turalı’nın aldığı kızlar bu vasıfları haizdirler. Mesela Kan Turalı nişanlısı Selcen ile beraber memleketine dönerken, yolda kâfirler tarafından sarılınca, Selcen Hatun büyük kahramanlıklar gösterir. Erkeğin kadında kahramanlık aradığı gibi, kadının da en büyük meziyet olarak bunu istemesi gayet tabii idi. Beyrek’in nişanlısı Banu Çiçek onu denemek maksadı ile kendi dadısı rolünde Beyrek’le at koşturdu. Ok attı. Güreş tuttu. Her üçünde de Beyrek galip gelince memnuniyetle Banu Çiçek’in kendisi olduğunu söyledi. Her ne kadar hikâyelerde masal unsuru fazla ise de Türk cemiyetinde erkeğin kadını, kadının erkeği kuvvet ve cesaret bakımından denemesi hayatî bir değer taşır. Kadının da erkeğin de cesur olması şarttır. Tarihimizde bunu teyit edecek birçok olay mevcuttur. Dede Korkut Hikâyeleri’ndeki aile tekeşlilik (monogami) esasına dayanır. Karısından çocuğu olmayanlar bile aksini düşünemezler. Ailenin başkanı, baba olmakla beraber, evde bir koca baskısı yoktur. Karı, kocanın karşılıklı davranışları içten ve saygılıdır. Kadınlara çok saygı gösterilir. Gerekince kadınlar kocalarına akıl öğretirler. Mesela Salur Kazan, bir konuşma esnasında Begil’in izzet-i nefsini kırar. Begil’in karısı onun üzüntüsünü fark eder ve isyan edebilecek derecede sinirli olan kocasını ikna edici sözlerle sükûna kavuşturur.” Dede Korkut dışında başka eserlerde de Türk Kadını hakkında bilgi verilmiştir. Yusuf Has Hacip’in 1069 yılında yazdığı Kutadgu Bilig adlı eserde kadın ve kızın değerinden ‘nadir’ deyimi ile söz edilir. Nizamül Mülk, ünlü Siyasetnamesi’nde Türkistan Hakanlarının devlet işlerini hatunlarla müzakere ettiklerini ve onların fikirlerini üstün tuttuklarını ifade etmektedir. Ebu’l-Gazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime adlı eserinde Oğuz elinde yedi kızın uzun yıllar beylik yaptıklarını anlatmakta, bu kızların isimlerini şöyle sıralamaktadır: Burla, Barçın, Salur, Şabatı Hatun, Künin Körkli, Kerçe Buladı, Kuğatlı Hanım. Türk ailesinde, çocuğa verilen önem de çok büyüktür. Bozkır hayatında kadında aranılan önemli vasıflardan biri de çocuk doğurma vasfıdır. Ailenin, sülalenin devamı çocukla kabildir. Her Oğuz ailesi, çocuğun aile ve gelecek açısından önemini bilir. “Arap erkeği için kadın, bir hayat arkadaşı olmaktan çok bir süs eşyası konumundaydı. Kadın, ancak çocuk sahibi olduğu zaman durumu biraz düzeliyor, daha doğrusu evlilik bağı nispeten kuvvetleniyordu. İslamiyet Arap kadınına geniş haklar tanınmasını ve kadını hiçe sayan örf ve adetlerin kaldırılmasını sağladı. Hatta koruyucu birçok müeyyideler koyarak kadın hukukunu meydana getirdi. Türkler’in İslam dinini kabul ettikleri ilk zamanlarda, kadın eski özelliklerini kaybetmemişti. Eskiden olduğu gibi, Türk kadını yine evinin direği, erkeğinin yardımcısı olmuş ve siyasî-içtimaî işlere katkıda bulunmuştur. Mesela, Büyük Selçuklu hükümdarı Sultan Melikşah’ın karısı Terken (Celâliye) Hatun, Türk sultan hanımları arasında en meşhur olanlardan biridir. Devlet idaresinin hemen her sahasında tesirli bir konuma sahipti. Terken Hatun’un işlerini idare etmekle vazifelendirilmiş ayrı bir veziri vardı. Nizamül Mülk’ün halefi olan Tac-ül Mülk onun veziri idi.” Terken Hatun ilim ve edebiyat adamlarını himaye ederdi. Sultana istirhamda bulunmaya karar veren Diyarbakır Beyi Mervani Nasıruddevle’nin heyeti Sultan Melikşah tarafından kabul edilmeyince heyetin başında olan Nasıruddevle, Terken Hatun’un himayesine sığınmak zorunda kaldı. Hatun’un desteği ile istediği anlaşmayı elde etti. Keza Melikşah yine Semerkand hükümdarı Ahmed Han’ı, Hatun’un ricaları sayesinde affetmek lütfunda bulundu.” “Türk tarihinde Terken Hatun kadar isim yapmış olan diğer bir Sultan hanımı da Alaüddin Tekiş’in eşi ve Alaüddin Muhammed’in annesi Terken Hatun’dur. Harzemşah gibi tuğrası ve sarayı vardı. Nüfuzu kocasının ölümünden sonra da devam etti. Herkesin şaşkına döndüğü anlarda bile vatanını korumasını bildi. Her ne kadar Türk-İslam toplumundaki kadını tanıtmak için sultan hanımları misal verilmişse de her Türk kadını kendi imkânı ölçüsünde aynı kahramanlığı ve başarıyı göstermiştir. Müslüman-Türk kadını, eskisi gibi yine savaşlara iştirak etmiştir. Atsız’ın Kahire civarında verdiği meydan muharebesinde Türkmen kadını erkeklerle beraber harbe girmiştir. Bunun diğer bir örneği de İstiklal Savaşı’na katılan kahraman Türk kadınıdır. Bunlardan başka Türk kadını hakkında seyyahların vermiş oldukları malûmat da çok önemlidir. İbni Batuta Seyahatname’sinde hatunların sokağa büyük bir merasimle çıktıklarını, umerâ kadınlarının konumlarının büyük olduğunu, aynı zamanda Türk kadınlarının yüzlerini örtmediklerini anlatır. X. asrın ilk yarısında Kuzey Türkleri arasında bir seyahat yapan İbni Fadlân, seyahatnamesine, “Kadınlar, erkekler gibi muharebe ederler, çeviktirler, at üzerinde sıçrayarak binerler, kalkarlar, kuvvetlidirler.” diyerek Türk kadınının savaşçılığını vurguladığı gibi, Türk kadınlarının ve kızlarının misafir önünde serbest hareket etmeleri karşısında Arap taassubu ile şaşırıp kalmıştır. Fakat erkek gibi açık ve serbest olan Türk kadınlarına yaklaşmak mümkün değildi. Bütün bunlara rağmen yasada olmayıp Türk kadınının İslamiyet sayesinde elde ettiği bazı önemli haklar da mevcuttur. Türk yasasının en bariz şekli Cengiz’in atalarının hanımlarında ve Oğuz Destanları’nda görülmektedir. Burada hükümdarlık babadan oğula veya erkek kardeşe kalmaktadır. Kadın tarafının hükümdarlığa varis olabileceği yasada yoktur. Yalnız, olamayacağı da yazılmamış olduğundan zaruret halinde kadın tarafı da hükümdar veya bey tayin edilebilmiştir. Türk yasasında erkek ve kadında eşitlik bilhassa miras meselesinde görülmektedir. Yani erkek ne alırsa kadın da onu alır. Ancak bunun da bazı hususlarda sınırları vardır. Bunun sebebi dışarıdan gelen bir kadının yalnız kocasının değil, kocasının mensup olduğu aile ve Uruğ’un malı sayılmış olmasıdır. Kocası öldüğü zaman kadın büyük kayın biraderinin hanımı sayılmıştır. Şayet kendisinin “inçu” denilen has malı mülkü çok ise kadın, kayınbiraderiyle evlenmeyi reddedebilmiş, fakat yine kocasının ailesi içinde kalmış, ondan ayrılıp “Türkün” denilen baba uruğuna dönmemiştir. Kocası hükümdar veya bey olan bir kadın, eşi öldüğünde münasip bir veliaht olmadığı takdirde hükümdar olmuş, fakat hiçbir zaman kocasının ailesini bırakıp gitme hakkına malik olmamıştır.” İslam hukuku ise bir kadının kocası ölünce, ona istediği kabileden, istediği kimse ile evlenme hakkı vermiştir. İslamiyet devrinde Arap tesiri ile kadınlarımızın bazı hakları sınırlandırılmışsa da birçok Müslüman devlette kadınlar en yüksek mevki olan hükümdarlık makamına kadar yükselebilmişlerdir. Örnek olarak: Delhi Müslüman Türk Devleti’nde Sultan Razıyye, Mısır Sultanı Şecereddür; Kirman’da Kutluk Devleti’nde Türkan Hatun, Safvetüddin Padişah Hatun; Fars’ta Salgurlu Atabeyliği’nde Ebeş Hatun; Küçük Luristan’da Hurşidoğulları Devleti’nde Devlet Hatun; İlhanlı İmparatorluğu’nda Sultan Satı Bey Han; Celayirli Devleti’nde Döndü Hatun; Maldiv Adaları Sultanlığı’nda Sultan Hadice, Sultan Meryem, Fatma Dayin; Kasım Hanlığı’nda Sultan Fatma Bike; Sumatra’da Açe Sultanlığı’nda Safiyetüddin Tac’ül-âlem Şah, Nakıyyetüddin Nûr-ı Âlem Şah, Zekiyetüddin İnâyet Şah, Ziynetüddin Kemâlât Şah’ı gösterebiliriz. Bu hanımlar kendilerinden ayrı olarak uzun uzun bahsedilmeye değer kimselerdir. Türk tesiri fazla olan Türk-Moğol İmparatorlukları’nda da kadının önemi büyüktür. Ziyafetlerde kayın ağacından yapılmış taslar içinde sunulan kımız ikramında evvela kadınlardan başlanırdı. Cengiz Han zamanında, Tümene Ötçegin’in hanımı, Cengiz Han’ın annesi Uluneke ve hanımı Börte, sarayda büyük nüfuz sahibiydiler. Bilhassa Uluneke’nin nüfuzu çok büyüktü. Her hususta kendisine danışılırdı. 1204 ilkbaharında Cengiz Han Naymanlar’a karşı harekete geçmeyi tasarlayarak bir kurultay topladı. Emirler “ Atlarımız zayıftır. Bu seferi sonbaharda yapalım.” diyerek ittifakla, bu savaşın aleyhinde bulundular. Bazen bir kadın alınan kararı bozabilirdi. Nitekim Cengiz’in amcası Ötçegin, biraderi Bilgitay, annesi Uluneke: “Biz bu savaşı ya şimdi yapacağız yahut yok olacağız. Çünkü Tayboğa (Nayman Hükümdarı) bütün düşmanlarımızı etrafına toplamış, hatta en iyi dostumuz olan Ungutlar’ı da kendi etrafına çekecek; o, sonbahara kadar neler yapmaz?” diyerek savaşın tehir olunamayacağına işaret ettiler. Diğer bir maruf kadın Cengizli büyük kağanlardan Küyük Kağan’ın vefatından sonra yerine geçen, hatunu Ogulgaymış’tır. İlhanlılar ve Timurlular zamanında da aynı şey görülmektedir. Bunu İspanya elçisi Clavio da tasvir etmiştir. Ali Şir Nevai’nin kendi zamanında yapılmış minyatürlerde Sultan Hüseyin Baykara ve hanımı Hadice Beğim’in kabul merasimini gösteren resimler vardır. Bu minyatürlerin üst tarafında Türkçe şiirler yazılıdır. Hindistan hükümdarı İltutmuş Han’ın kızı Razıyye Hanım’ın hayatı da Türklerde kadınla erkeğin hukukta eşitliğinin bir göstergesidir. Abaka Han’ın büyük kadınlarından İltüzmüş Hatun’un, kültür hayatında rolü büyük olmuştur. Evvelce Budist olan bu kadın, İslamiyet’i kabul ettikten sonra bu dini İlhanlılar arasında yaymak hususunda azamî gayret sarf etmiş ve sarayında Mevlevî âyinleri yaptırmıştır. İlmi koruyan ve teşvik eden hanımların en meşhurlarından biri de Hülagu Han’ın kızı Tütegeç Hatun’dur. Bu hanım, Erbil yakınındaki Hufteyan'da camiler, medreseler, tekkeler yaptırmıştı. Daha önce burada medrese mevcut değildi. Erbil, Tütegeç Hatun sayesinde medreseye kavuştu. İlim yolunda ilerleme imkânlarını elde etti.” “Yönetimde ve hayatın her cephesinde rol alan Selçuklu hatunları arasında Tuğrul Bey’in eşi Altuncan, Alparslan’ın kız kardeşi Gevher, Melikşah'ın eşi Terken ve Sultan Sencer’in ‘yeryüzü melikesi’ ünvanını taşıyan eşi Terken Sultan bunların en meşhurlarıdır. Selçuklu döneminde kadının sosyal durumu sanat ve kültür hareketleriyle ilgilidir. Kadınlar adına medrese, hastane ve kütüphaneler yapılmıştır. İran’ın Kirman şehrinde Kutlu Türkan Hastanesi (1271), Kayseri’de bugün adına tıp fakültesi kurulan Gevher Nesibe Şifahanesi (1206), Divrik’te Turan Melek Kütüphanesi gibi.” “XIV. asırdaki kahraman kadınlarımız arasında büyük Timur’un eşi Olcay Türkan ile Emir Hüseyin’in hanımı Dilşad Hatun zikredilebilir. Timur Bey ve Emir Hüseyin 1362’de Harezm'e geçmek üzere 60 kişi ile beraber Sağkuyu isimli yere gelince Hire beyi Tükel 6000 askerle hücum etti. Bu sırada Timur Bey’in yanında Olcay Türkan, Emir Hüseyin’in yanında da Dilşad Hatun bulunuyordu. Düşmana karşı beraber kahramanca savaştılar. Emir Hüseyin’in atı ölünce Dilşad Hatun feda olmak pahasına kendi atını ona vererek onun kurtulmasını sağlamıştır. Şahruh'un hanımı olan Gevherşad Begim de kocası ile birlikte hükümdarlık eden büyük şahsiyetlerden biridir.” Tarihte devlet yönetip, savaşmış, kütüphaneler, dergâhlar kurmuş Türk Kadını, tarihte aldığı şerefli yeri Türk Kızı’nın gayretiyle bugün de alacaktır.
|
| |
|