alpurungu26 KAĞAN
| Konu: Türkler'in Eski Dini Salı Ocak 26, 2010 10:43 pm | |
| | | I- TÜRKLERİN ESKİ DİNİ Günümüze kadar Eski Türk dini üzerinde yapılan tahlil ve yorumlarda daima Türk mitolojisi, dini hikaye ve masallar, eski halk inançları (örf, adet ve inançlar) türlü kalıntılar umumiyetle hep bir arada ele alınmıştır. Bilhassa "Eski Türk Dini" tarihi üzerinde derin araştırmalar olmadan, bir takım yanlışlıklara düşülerek yapılan çalışmalar, tabii ki yanlış değerlendirmelere yol açmıştır. Bunda umumi Mukayeseli Dinler Tarihini Din Fenomenolojisini ve Mukayeseli Mitoloji'yi yeteri kadar bilmeden dar Çin, Arap ve Batı kaynaklan (Bizans, Rus, vb) yetersizliğinin de rolü olmuştur. Esasen her ne kadar bir bakış içerisinde değerlendirme aceleciliği bazı bilgiler vermekte ise de bunlar pek az, yetersiz çok zamanda da dağınık, kopuk ve duygusal bilgilerden ibaret kalmıştır. Ayrıca 19. yüzyılda Avrupa'da birden gelişip büyüyen maddecilik (Materyalizm) din düşmanlığı, tabiatçılık, yanında 20. yüzyılın ilk yansında gelişen ve her dini olayı totemle, fetişle, şamanizm ile açıklama gayretleri de katılınca din konusu ve kaynaklan karışıklığa uğramıştır. Bu akımların modası Türkiye'ye de ulaşacak fikir hayatını etkilemiş bazı sosyologlar hatta tarihçiler birtakım yanlışlara düşmüşlerdir. Bunda "Eski Türk Dini Tarihi" üzerinde geniş ve derin çalışmalar yapılmayışının rolü büyüktür. Bu yerleşmiş ve kökleşmiş hataların düzeltilmesi oldukça güç olacaktır. Birçok batılı bilginler yanında bizde Ziya Gökalp ve onu izleyen ilim adamları hem totemcilik ve samanlık gibi iddiaları o günkü dar ve yetersiz kaynaklara takılarak ifade etmişlerdir. Ancak o günlerde henüz Türkiye'de İlmi temellere dayanmış Dinler Tarihçiliği yoktu. Bunun yanında o günün şartlan gereği bir şahsın hemen her içtimai alanda fikir yürütmesi kaçınılmaz bir durumdu. Bu itibarla Türk Medeniyeti Tarihi, Türk Töresi eski Türk Dini Tarihi üzerinde derinlemesine incelemeler yapıldıktan sonra ve Eski Türk Dini tarihinde incelerken; Türk kavimlerini, Türklerin tarihini bütünüyle dikkate almak tahlil ve mukayese ile değerlendirmek gerekmektedir. Ancak bu şekilde gereken ana kaynaklara inildiği vakit doğruya o derece yaklaşılmış olacaktır. Günümüzde İslam'ı incelerken gene İslam'ın derinliğine nüfuz edemeyen kişilerin çeşitli inançlarına, dini inançtan sapıp, ondan kayıp sadece ad olarak Müslüman sayılan bir kısım entellektüellerin veya aydın, yan aydın çağdaş denilen kişilerin fikir ve davranışlarına bakıp ölçü alınırsa İslam anlayışına, onun doğru bilgisine ne derece ulaşabilir? İslam'ın ana kaynaklarına (Kitap, Sünnet vb) ve gerçek kıymetli, muhterem alimlerin ilmine müracaat etmeden İslam gerçek yönüyle tanınabilir mi? İşte, bazı şahısların üzerinde yapılan gözlem, tahlil ve değerlendirmelere itibar etmek, bundan önce gerekli kaynaklara başvurmamak bizi birtakım yanlışlıklara sürükler. Bundan dolayı bu yanlışlıklara düşmemek için ilk müracaat asıl kayraklar olmalıdır. II. TÜRKLERİN DİNİ TARİHÇESİ "Türkler, tarihleri boyunca muhtelif dinleri kabul etmişler veya bunların tesiri altında kalmışlardır. Bu yüzden Türklerin dini tarihinin çeşitlilik arz ettiği söylenebilir. Bunda.değişik faktörlerin etkili olduğu muhakkaktır. Ancak bunların bir çoğu fazla yayılmamış bir kısmı da yönetici dini olmaktan öteye gidememiştir. Türklerin etkilendiği dini tarihçe şöyle bir gelişim göstermiştir. M.S.IIII-V. yüzyıllarda Orta Asya'nın muhtelif bölgelerinde Zerdüştlük, Budistlik ve Hıristiyanlık görülmüştür. Hıristiyanlık, Piskoposluk ve Metropolitlerinin Herat, Ter ve Semerkant şehirlerinde kurulduğunu görüyoruz. Şamancı Toba'ların yönetici üst tabakadakiler V. yüzyılda Budistliği kabul etmişlerdir. Toplumun çoğunun yine eski Türk dini inanç ve adaletlerini sürdürdükleri biliniyor. Toba Han (527581) yıllarında Çinli Budistlerin telkiniyle Gök Türkler arasına Budizmi yerleştirmeye çalışıyor Toba Han'ın ölümünden sonra Göktürk hakanlığı felakete uğruyor. Çinlileşme başlıyor. Bunlar yankıları Göktürk (Orhun) kitabelerinde görülmektedir. Bu kitabelerden artık Budacılıktan LaoTse'nin Taoculuğundan (Taoizm) Bilge Han'ın gayretleriyle hiç bir iz kalmadığı anlaşılmaktadır. Bilhassa devlet adamı Tonyukuk, Tanrı dinini ve töreyi savunmuş yabancı kültür ve inançları reddetmiştir. Bu arada Gök Türk hakanlığının kurulduğu VI. yüzyıldan itibaren Hıristiyan, Ateşperest, Maniheist cemaatlerin görüldüğü hatırlanacak olursa karmaşık inançların etkilenme çabalan dikkate alınmayı gerektirir. 717 yılında Cürcün Beyi SülTürk Müslüman olmuş, böylece Cürcan ülkesi İslamlaşmış oluyordu. 7 ve 8. yüzyıllarda Müslüman Araplarla Türklerin temasları, görüşüp konuşmaları arttı. Kuteybe 712-713 yılında Buhara iç kalesinde bulunan Budda tapınağını cami haline getirtti. Kılıç sonucu ve savaşlar zoru olmayarak îslam dininin esaslarını öğrenen Türler arasında artık İslamiyet büyük bir yakınlıkla benimsenmeye başlamıştı. Bir yandan Türkler başka dinlerin de tanıtılması ve propagandası karşısındaydılar. VII. yüzyılda Maniheizm Türk yurduna gelmiştir. İran'lı Mani (216-276) tarafından, Zerdüştlük, Hristiyanlık ve mahalli dinlerle (Mitra vs) halkı tarafında ağır baskıya maruz kalınca buralarda kaçarlar Türkistan'a sığındılar. Buradaki Türkler diğer din yayıcılara hoşgörü gösteriyorlar ve bir taraftan da kendi milli inançlarını sürdürüyorlardı. Maniheistler Türk dini inancıyla kendi inançları arasında bir ilişki kurmaya çalışarak propagandalarında başarı sağlamak istiyorlardı. Gök Türkleri hakimiyetleri altına alan Uygurların hakanı Boku Han (Buğu Han) (750-780) 763 yılında Uygur Türkleri arasına esasen Orta Asya'nın Batı bölgelerinde 3. yüzyıldan beri izleri görülen Maniciliği (Maniheizm) yerleştirdi. Doğu Türkistan'a yerleşen Uygurlar arasında 840 yılını müteakip o çevrelerde Maniheizm, Hristiyanlık, Budizm ve Tanrı dini yan yana bulunuyordu. Uygurlar Maniheizmi kabul edince savaşçılıklarını ve bazı geleneklerini bozarak, kaybederek perişan oldular. Nesturi Hıristiyanlık misyonerleri Maveraü'nNehr Müslümanların eline geçtiği halde çalışmalarını sürdürüyorlardı.Nesturi Patriği Temetheus (780-819) da Orta Asya'da Hıristiyanlığı yayma gayretleri içindeydi. Türk hakanını kandırmaya çalışıyor, ona mektuplar gönderiyordu. Nihayet Yenisey Kırgız'ları Maniehist Uygurların başkenti Karabalagasun'u 840 yılında zaptedince sonuç belli oldu. Böylece Kırgızlar 840 yılında Uygurlar'ı Moğolistan'dan sürerek, Kırgız devletini kurarlarken çoğu mani dininde görülen Uygurlar Doğu Türkistan'a göçmüşlerdi. Kırgızlar arasında da mani dininin yayıldığı görülmekte ise de 910. yüzyıllardaki kaynaklara göre onların bir yandan atalarından kalan dinleri sürdürdükleri anlaşılmaktadır. Önce samancı denilen veya Tanrı dininden olan ve 732'de hemen ilk Müslüman Hazarlar arasında 800 yıllarında Yahudilik de yayılmaktaydı. Hazarların büyük bir kısmı Müslüman ve daha az miktarı ise Hıristiyan dininde idiler. Yönetici tabaka ise Museviliğe bağlı kalmış hatta İbrani adları almışlardır. Fakat Hasar Kağan'ı Yusuf zamanında 965 yıllarında İslamiyet buralarda da hemen hemen tamamen kabul edilmiştir. Günümüzde birkaç bin kadar kalan Tevrat'ı kabul eden Türklere Kraim denilir. Yahudi geleneği, Talmud ve bazı dini kitap ile yorumlan kabul etmeyen Karaim'leri Yahudiler kendilerinden saymazlar. Hazarların Tevrat'ı da Türkçe idi. Yahudi şeriatında Tevrat ve dini kitaplar İbranice’dir. Bu devirlerde İslamiyet, Hıristiyanlık ve Budizm arasında bir mücadele devam ediyordu. İslam gün geçtikçe büyük bir hızla yayılmakta idi. 9. yüzyılda diğer din ve inançlardan daha fazla etkiye başladı. Karahanlı Hükümdarı Satuk Buğra Han İslamiyeti benimsedikten sonra 940 yılında Karahanlıların resmi dini İslam oluyordu. Aynı yılda Volga çevresindeki Bulgar Han'lığı Müslüman oldu. İslamiyet Urallar ve Sibirya çevresinde 940-950 yıllarında yerleşti. Türk tarihinde çok önemli ve çok değerli bir olay olarak 10. yüzyılda Türk milletinin en az %80'i İslam dinini kabul etmiştir. 12. yüzyılda Orta Asya'ya hakim olan din İslam olmuştur" . III. ESKİ TÜRK DİNİ Yukarıda da zikrettiğimiz gibi "Türk dini" hakkında yapılan değerlendirmelerin kaynağı, mevcut dokümanların azlığı, araştırmaların derin ve ilmi olmaması bütün bunların yanında,dinler Tarihçiliğinin ilmi temellere dayanmamasından ileri gelmiştir. "Eski Türk Dini" hakkında çalışmalar yapan Prof. Abdulkadir İnan'ın vardığı sonuç "Şamanizm"dir. Abdülkadir İnan'ın Dinler Tarihçisi olmaması yüzünden değerlendirmelerinde bazı hususlarda tenakuzlara düştüğü görülmektedir. A. İnan "Tarihte ve Bugün Şamanizm" adlı eseriyle, bu konuyu topluma mal etmiş görülmektedir. A. İnan ile yakın çalışmaları olan Prof. Dr. Hikmet Tanyu, Türklerin Dini'nin "Şamanizm" olduğu yolundaki görüşlerine katılmadığını kendisine anlatmış, o da, bazı noktalara hak vermiş, bazı noktalarda kendisinin inceleme yapmadığını, inceleme yapılması gerektiğini belirtmiştir A. İnan daha sonra çıkan "Eski Türk Dini Tarihi" i-simli kitabın da "Şamanizm" terimini itibari olarak kullandığını itiraf etmiştir . Aslında Şamanizm Türklerin bir dini değildir. O halde Şamanizm nedir? Şaman Kelimesi Türkçe değildir. Orta Asya'daki Türk toplulukları bu kelimeyi kullanmazlardı. Üstelik Türklerin din görevi ile ilgili kişilere Kam dedikleri, Şaman demedikleri ispat edilmiştir. Türklerin Kam kelimesi Turfan metinlerinden başka Kutadgu Bilig, Divanü Lugatit Türk gibi eski metinlerinde geçmektedir. Şaman kelimesi ilk önce 17. yüzyılın sonlarına doğru Rus elçisi olarak Çin'e giden L. İbrad ile onun yol arkadaşı A. Birand tarafından bir nevi "rahip" veya "sihirbaz" veyahut da "büyücü rahip"tir şeklinde ifade edilmiştir. İlk tanıtmada bir din adı olarak geçmiş değildir. Buna rağmen Şaman kelimesi Rusça yoluyla bilim diline sokulmuş ve sonra bir din biçiminde tanıtılmak istenmiştir. Şaman, anlam bakımından büyücü rahiptir. Onun histerik bir görünüş içinde olduğu ve telkin gücü bulunduğu daha sonra müşahade edilmiştir. Bazı din tarihçileri ve din fenomenloglarınca yapılan araştırmalardan "Şamanizm" diye adlandırılacak dinin olmadığı anlaşılmıştır. Esasen bir inancın din için; 1. Din kurucusu veya Peygamberi veya dini teşkilatı, 2. Dinin esaslarını ihtiva eden ve kutsal sayılan din kitabı veya kitapları ve itikat, iman esasları olması, 3. İbadet (amel, tapınmalar, özel törenler) 4. O ibadet'in topluluk tarafından benimsenmesi ve yapılması gerekir. Şamanizmde ise bu şartlar gözükmemektedir. Şamanizm bir nevi sihirbazlık, büyücülük şeklinde yaygın olarak bilinen ve dünyanın bir çok yerlerinde görülen bir teknik, bir sihir olay olarak ve bazı inançlar da işe karıştırılarak yapılan bir işlem şeklinde kabul edilmiştir. Bu, kabiliyetli bir kişinin vecd, coşku, trans haline geçerek metafizik varlıklarla ,iyi ruhlarla ilişki kurması, kötü ruhlara karşı koyması, cinlerle" konuşması vs gibi bir takım manevi yönlerle karıştırılarak büyü tarzındaki pratik ve ferdi davranışlardan ibarettir. Böylece Şamanizm bir din değildir, ancak bir büyünün bütün unsurlarını ihtiva eden bir şekildir. Şamanlık adı verilen Sihri,Mazik,Manevi,Metafizik davranış ve vecdli, coşkulu halin görüldüğü yerler çok geniştir. Şamanlığı kutup bölgesinin karakteristik bir belirtisi olarak görmekte, kutup ikliminin, ışığın mevsimlere bölünüşünü, tundraları, şiddetli soğuk ve uzun geceleri, yiyecek ve beslenme şartlarının yetersizliğini bu bölgelerdeki monotonluğu giderici bir müessir olarak görmektedir. Böylece Şamanizmi Sibirya kavimlerinin manevi inançlarını törenlerini ve ayinlerini anlatan ve ona değişik bir çeşni katan davranışlarla ilgili bir terim olarak görmektedir.Ohlmaks Kuzey Asya Toplumları arasındaki bu tutumu tahlil etmek istemiş, ancak Şamanizmi bir din şeklinde görmekten kaçınmıştır. Şamanizm önceleri bütün bir toplumun manevi inancı sayılmışsa da ancak yıllarca sonra bu yanlışlık anlaşılmaya başlanmış, onun eski bir din olmayıp, "şaman" denilen bir sihirbazın, ruhları kovarak, hastalıkları iyileştirmeyi de ihtiva eden bir üfürükçü, bir falcı, cinlerle konuşan bir kahin olduğu öne sürülmüştür. 19. yüzyılın 2. yarısında özellikle Rodolff ve 20. yüzyılın 1. yarısından Anonim, Cülloch ve onlara uyan yazarlar Şamanizm’i sadece Ural-Altay bölgesinin dini olarak göstermek istemişlerdi. Bu mevzi adeti bir din şeklinde alarak Türklerin eski dini olduğunu inancını yaymışlardır. Daha sonra ise Georg Niorazde Şamanizm’i bir din olarak görmemiş, dine doğru bir gelişme olarak kabul etmiştir. Ohlmarks kısmen doğru bir tahlile yönelmiş Şamanizm’in tam bir din sayılamayacağını, dinin yerini (sihir ve vecd törelerini göz önüne alarak) almaya yöneldiğini ileri sürmüştür. . W. Schimidt ise Şamanizm’i daha dar ele almış, onu gökteki Tanrı Ülgen ile yer altındaki erlik ve buna bağlı ruhlara dayanan bir din gibi görmeye yönelmiştir. Mirceo Eliade ise Şamanizm’i vecd tekniği, istiğrak, kendinden geçme hali olarak belirtmektedir. Şamanlar yetenekli, doğuştan istidatlı kişilerdir. Bunlar için yalnız eğitim, öğretim yetmez, irsi olarak çoğu zaman erkek, nadiren kız şaman olabilir. Bunlar sihirbaz, büyücü, bir bakıma falcı, şifa verici hekim gibi kişilerdir. Değişik giyimleri ve etkileyici davulları zilleri vardır. Şamanlar metafizik güçlere sahip sayılırlar. Keramet sahibi kişiler olarak tanınırlar. Şamanizm’de iyi ve kötü ruhlar ve bunların değişik etkileri vardır. Onlara göre yardımcı ruhlar, samanlara destek olurlar. Şaman vecde gelmek için türlü oyunlar oynar, çeşitli hareketler yapar, tuhaf sesler çıkarır, ürkütücü, heyecanlı tavırlar takınır. Şamanlar hem gök ve yeraltı ruhlarıyla temasa geçtiklerini söylerler. Görülüyor ki, samanlık bir din değildir. Temel prensibi ruhlara dayanan, onlara kumanda eden gelecekten haber vermek düşüncesinde olan bir sihirdir. Bütün bunları bir dini sistemmiş gibi kabul etmek yanıltıcı bir yöne sapmaktır . Peki, Şamanizm bir din olmadığına göre "Türklerin Eski Dini" ne idi sorusu burada karşımıza çıkmaktadır. İslamiyete göre beşeriyetin ilk dini "Hak Dini", "Tevhid Dini"dir, "Hak Dini"nin kurucusu da Allah'dır. O kainatı, insanı yaratmış, kitaplar ve peygamberler yollanmıştır. İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Adem'le ilk din başlamıştır, îlk din de insanlara Allah'ın varlığını birliğini öğretmiştir. Sonra insanlar doğru yoldan uzaklaşmışlar, Allah'dan başka şeylere, tabiat kuvvetlerine, canlı cansız şeylere, kendi elleriyle yaptıktan putlara tapmaya başlamışlardır. Bunun üzerine Allah elçiler göndererek onları uyarmış, "Hak Yola" davet etmiştir. Hak yol Allah'ın gönderdiği elçiler ve kitaplar vasıtasıyla insanlara tebliğ edilmiştir. Onun için sapmalar ondan sonra olmuş; çok Tanrıcılık "Tek Tanrıcılık" tan sonra gelmiştir. İslamiyet, insanın ve dinin evrimini kabul etmez. Allah, "İnsanı en güzel biçimde yarattığını" ve inanma ihtiyacının doğuştan olduğunu ve insanı ona göre yarattığını bildirmektedir. Bu en güzel biçimde yaratılan insanlar içinde mutlaka uyarıcılar gönderildiğini şu ayeti Kerimelerle açıklamaktadır. "Şüphesiz biz, seni, müjdeci ve uyancı olarak gerçekle gönderdik. Geçmiş her millet için de mutlaka bir uyancı vardır" Bu uyarıcının vazifesi (ile ilgili) olarak da: "And olsun ki, her ümmete Allah'a kulluk edin, azdırıcılardan kaçının diyen peygamber göndermişizdir" Elçi gönderilmedikçe kimseye azap edilmeyeceği ile ilgili olarak da "biz elçi göndermedikçe kimseye azap etmeyiz" . Elçi gelmedikçe azap edilmeyeceğine göre insanlar yaptıklarına mazeret bulmaması için de şu hükmünü bildiriyor: "Her kavmin bir yol göstereni vardır." Allah İslamiyet’i de son din olarak seçtiğini şöyle belirtiyor: "Bugün size dininizi ikmal ettim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve. din olarak İslam’ı beğendim" Bir başka ayette de İslamiyet’i bütün diğer dinlere üstün kıldığını belirtiyor. "O, bütün dinler üzerine üstün kılmak üzere elçisini hidayet ve hak din ile gönderdi" . Bir başka ayette de dinin adım ve muteber olanını açıkça ortaya koyuyor. "Allah katında din ancak İslam'dır" Bir başka yerde: "İşte doğrusu din budur, fakat insanların çoğu bilmezler" . Görüldüğü gibi dinin menşei ne tabiatçılık, ne ruhçuluk, ne totemciliktir. Dinin menşei ilahidir. Dinle ilgili nazariyeler "Hak Din"den sapmış kavimlerin dini tezahürleri olabilir. Zaten son araştırmalar her dinde bir "Yüce Tanrı" kavramının var olduğunu ortaya koymuştur. Eski Türklerde "Yüce Tanrı "inancı hakimdi. Kainatı O'nun yaratıp yönettiğine inanılmaktadır. Ruhun bekasını, kıyamet, cennet ve cehennemi andıran animistik ruhçu bir hayat anlayışı içinde, ölümden sonra bir hayatı gösteren inanç mevcuttur. İyi ruh, kötü ruh inancına sahiptirler. Orhun kitabeleri bu konuda bize ışık tutmaktadır. Bu kitabelerde eşi ve benzeri olmayan, insanlara yol gösteren, onların varlıklarına hükmeden, cezalandıran ve mükafatlandıran bir ulu varlık yer almaktadır. Bunlardan birkaç tane örnek vermek uygun olacaktır."Şafak söktüren (Tan üntürü) bitkiyi meydana getiren "Ulu Tanrıdır" . "Ölüm ve can vermek Tanrı’nın iradesine bağlıdır" . Tanrı bağışladığı kısmet ve iktidarı layık olmayanlardan geri alır . Tanrı kuvvet verdiği için babam Kağanın askeri kurt gibi imiş, düşman koyun gibi imiş" Tanrı buyurduğu için on dört yaşında Tarduş Milleti üzerine şat oturdum . Tanrı kuvvet verdiği için orada mızrakladım, dağıttım. Tanrı bahşettiği için ben kazandığım için Türk Milleti kazanmıştır . Tanrı buyurduğu için,dört taraftaki milleti düzene soktum . Kağanımla ordu gönderdim Tanrı korusun . Tonyukuk anıtı doğu cephesinde Tanrı İslam dininde belirtilen Allah'ın sıfatlarına çok yakınlık göstermektedir. Bunlar: 1. Tanrı sonsuz bir hayata sahiptir.* 2. Tanrı her şeyi yaratır. 3. Tanrı yaşatır. 4. Tanrı öldürür. 5. Tanrı üstün bir kudrete sahiptir. 6. Tanrı insana güç, basan, zafer verir, Acunu (kainatı) yönetir. 7. Tanrı irade sahibidir. 8. Tanrı her şeyi en iyi bilendir. 9. Tanrı kulun duasını kabul edendir. 10. İnsan Tanrının kuludur. Bunlardan başka;
Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıktan ikisi arasında insanoğlu kılınmış . Tanrı lütfettiği için illiyi ilsizletmiş, kağanlıyı kağansızlatmış, düşmanı tabi kılmış. Divanı Lugatit Türk'ün 2. cildinde "Eski Türk Dini" hakkında bir takım bilgiler mevcuttur. Şimdi bunların birkaç tanesini görelim: Kul Allah'a taptı . Tann dağlann yeri bastırdı BenTann'ya sığınırım. Tanrı ölü diriltti. Tanrı beni kurtardı . Tanrı’nın lanetine kargısına uğrama . Tanrı acunu, alemi yarattı, felek durmadan döner. Yıldızlar sıra, sıra dizilip gece gündüz üzerine sarılır . Tanrı yağmur yağdırdı. O, şeytanı lanetledi . Tanrı diriltti . Kul Tanrı’nın birliğine inkar etti .
3. CİLTTE Orada bir yangın olmuştu, mevsim yaz idi. Bu suretle kar yağdırıldı ve Ulu Tanrının izniyle yangın söndürüldü . Yeri yaratan Tanrı'dır . Bütün bu bilgilerden sonra şu sonuca varıyoruz. Türkler ezeli ve ebedi bir Tanrı inancına sahip idiler. Kainatı onun yaratıp yönettiğine, eşi ve benzeri olmadığına, insanlara yol gösterip ışık tuttuğuna, insanların varlıklarına hükmedip, mükafatlandınp, cezalandırdığına inanmaktaydılar. Bunun yanında ölümden sonra hayatın olduğuna ruhun bekasına inanmaktaydılar. IV. SONUÇ Netice olarak Türkler "Tek Tanrı" dininden "İslam Dini" ne kılıç zoru olmadan, topluca geçtikten sonra gerçek ideallerine kavuşmuşlardır. İslam'a benzeyen eski inançlarını İslamiyetle noktalamışladır. İslam'ın cihad anlayışı Türklerin savaşçılık hususiyetleri ve buna dair inançları, arasındaki benzerlik Türklere, yeni bir ruh getirmiş ve büyük bir medeniyetin kurulmasına vesile olmuştur. Kendi arzularıyla girdikleri ve büyük bir imanla benimsedikleri bu dine tam bir sadakatle sarılarak asırlarca İslam’ın bayraktarlığını yapmışlardır. Gerek İslam alemi ve gerekse Türk alemi için büyük kazançlar temin eden bu hadisenin , Dünya tarihi içinde önemli bir dönüm noktası teşkil ettiği de muhakkaktır.
|
| |
|