Eski Türkler’de erkeklerin uzun saçları var mıydı?
Türk erkeklerinin ve hatta Türk savaşçılarının uzun saçları bulunduğunu, birçok tarih kaynaklarından biliyoruz. Bu âdet üzerinde, epey derin olarak da durulmuştur. Türk erkeklerindeki uzun saç modası, Selçuk çağı ile başlamış değildir. Bunun da çok eski kökleri ve nedenleri vardır.
Japon bilgini Kuraklichi Shiratori, İslamiyetten önceki Orta Asya imparatorluklarında çok yaygın olan, erkeklerin uzun saçları ile saç örgüleri hakkında, Japonya’da yayımlanan Toyo Bunko dergisinde, çok geniş bir araştırma yayımlamıştı.
Bu araştırma şöyle bir gözden geçirildikten sonra, Oğuz Türkleri ile Peçenekler’in niçin uzun saç bıraktıklarını daha iyi anlayabiliyoruz.
Batı Türkleri’nin, daha doğrusu Oğuzlar ve Peçenekler gibi Türk gruplarının, ‘Uzun saçlı Türkler’den olduklarını açık olarak biliyoruz. Fakat doğuya gidildikçe, bu inanışlar ve âdetler değişiyordu. Proto-Moğol kavimlerinin inanışlarına göre, onların ataları ‘dazlak kafalı’ bir kimse idi. Bu inanış, Avar (Juan-juan) devletinden tutunuz da, Çin’in kuzeyinde imparatorluklar kurmuş olan diğer Proto-Moğollar’a kadar yayılıyordu.
Bu sebeple Moğollar ile onların tesirinde kalmış olan Doğu Türkleri’nin de bu eski inanışa uyarak, saçlarını kestirmiş olmaları normal görülmelidir.
Kaşgarlı Mahmud, Türkçe tok er sözünü açıklarken ‘Türkler gibi saçları kesik demektir', şeklinde konuşuyordu. Kanaatımıza göre bu saçları kesik Türkler, Doğu Türkleri olmalıydı. Doğu Türkleri, Kuzeydoğu Asya tesirleri altında kalmış, ‘Saçları kesik Türkler’ arasında sayılmalıdır. Görülüyor ki çok geniş bölgelere yayılmış olan Türkler arasında da, değişik inanışlar ve bunun neticesinde, çeşitli kültür örnekleri doğmuş bulunuyordu...
Uzun saçlar ile saç örgülerinin de çeşitli şekilleri vardı. Başın etrafı derin olarak tıraş edildikten sonra, tepede bırakılan tek örgü, daha çok Kuzeydoğu Asya ile Mançu kavimlerine ait, bir saç tuvaleti idi. Türkler’in uzun saçları ise, arkadan örgülü olması ile hususiyetini kazanıyordu.”
(Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, c.5, s.273)