KILICIMIN UCU KESTİKÇE! (İBRET-İ ALEM BİR HAYAT YAVUZ SULTAN SELİM HAN )
Yavuz sultan selim dünya malına ve ziynetlerine asla tevessül etmemiş,ömrü boyunca tek çeşit yemeği tahta kaşık tahta tabakdan yiyerek nasıl ulvi bir riyazat sahibi olduğunu bizlere izhar etmiştir.Sarayın mahsenlerini altınla doldurmuş ve şöyle vasiyet etmişti;benden sonra soyumuzdan gelen her kim zatımın altınla doldurduğu bu yerleri gümüşle doldurmayı başarırsa o yerlerdeki mühürlerim sökülsün onun mührü vurulsun !.Osmanlı tarih sahnesinden çekildiği son dönemlerde ise hâlâ kendi mührü kapıların üzerinde durmakta idi.
Böylesine bir ihtişama rağmen kıyafetine pek ehemmiyet vermez,eskimelerine rağmen yenilemezdi.Bu yüzden devlet ricali gerek saygı dolayısıyle,gerekse kendisinden çekindikleri için huzuruna yeni ve süslü elbiselerle çıkmaya çekinirlerdi.
Padişahın elbisesi gitgide fersudeleşir,lâkin kimse bunu kendisine hatırlatmaya cesaret edemezdi.Bir ara padişah ve vezirleri adam akıllı kılıksızlaşırlar.O sırada bir ecnebi elçisinin geleceği haber alınır.Bunu fırsat bilen sadrazam,binbir korku ile hükümdara ;hünkârım,bu kâfir makulesi akl-i kasirleri muktezasınca zahirbin olup alayişe ziyade nazar ederler.Lâyıktır ki ,siz padişahımız dahi…
Yavuz onun maksadını anlar ve sözünü keser:
Ha…evet !öyle yaparız.hem siz dahi bir hoş ziynetlü libas tedarik eyleyin!
Vezirler sevinir ve süslü elbisler diktirip hazırlanırlar.Padişah ayrıca,elçiyi kabül edeceği zaman tahtın ayak ucuna BİR YALIN KILIÇ konmasını emreder.
Her şey hazırdır.Vezirler,başta sadrazam bulunduğu halde muhteşem elbiseleriyle tahtın etrafında yer alıp padişahı beklemektedirler.Birden bire Yavuz gelir,lâkin ESKİ KIYAFETLERİYLE!
Vezirler korkudan dudakları patlayıp ak sakallı çeneleri gelincik çiçeğine döner.Aynı zamanada elçi de huzura kabül olunur.Devrinde dünyayı titreden Yavuz’un önünde korkudan İKİ BÜKLÜM HALDE DURUR .Murad merasim ve konuşmadan sonra ise huzurundan çıkar.
Ozaman Yavuz vezirlere : imdi varın ,elçiye sorun .Padişahımızın libasını nasıl buldunuz deyin!
Vezirler koşarlar ve bu süali elçiye tekrar ederler.Aldıkları cevap ise şudur;
BEN ŞEVKETLİ HÜNKÂRI GÖRMEDİM BİLE…TAHTIN AYAK UCUNDAKİ YALIN KILIÇ GÖZÜMÜ ALDI;SADECE ONU GÖRDÜM !
Bu cevap padişaha naklolunduğunda parmağı ile hâlâ tahtın ayak ucunda bulunan KILICI göstererek şöyle demiş:‘’Hod bunun ağzı kestikçe küffarın gözü anda olup bizi ve libasımızı fark etmezler.ALLAH (cc) anın keskin olmadığı günü göstermeye ki libas ve alayiş o güne mahsustur.çünkü kâfir gözü o zaman yerden kalkıp ÂL-İ OSMAN PADİŞAHLARINA DİKİLİR’’