TÜRK KAĞAN
| Konu: HÜSEYİN NİHAL ATSIZ ŞİİRLERİ.. Ptsi Mart 23, 2009 7:59 pm | |
| Geri Gelen Mektup
Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden? Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu? Pervane olan kendini gizler mi hiç alevden? Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.
Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse; Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse; Herşey silinip kayboluyorken nazarımdan, Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...
Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla, Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla! Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım; Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım. Gözler ki birer parçasıdır sende İlahın, Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın, Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin; Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!
Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden, Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden... Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı, Vaslınla da dinmez yine bağrıdaki ağrı. Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu! Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu! Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı, Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı.
Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler, Tek bendeki volkanları söndürse denizler! Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma 'Kaabil' İmkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil Sırretmeye elden seni bir perde olurdum. Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.
Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur. En hisli şiirden de örülmez bu güzellik. Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur; Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik... Hüseyin Nihal Atsız
SONA DOĞRU
Bilsin cihan ki ben bu cihanın nesindeyim, Bir ülkünün mehabetinin zirvesindeyim. Dünya denen mezellete dalsın her isteyen, Ben ırkımın şeref taşan efsanesindeyim. Herkese bir özleyişle yaşar... Ben de öylece
Altaylar’ın ve Tanrıdağ’ın çevresindeyim. Merdanelikle şöyle bakıp ayrılıklara Son menzilin hüzün dolu kâşanesindeyim. Artık veda zamanına pek fazla kalmadı; Yorgun ve kimsesiz ölümün bahçesindeyim...
KAHRAMANLIK
Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir, Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir. Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir; Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir.
Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından Koşar adım gitmeli onların arkasından. Kahramanlık: İçerek acı ölüm tasından İleriye atılmak ve sonra dönmemektir.
Yırtıcılar az yaşar... Uzun sürmez doğanlık... Her ışığın ardında gizlidir bir karanlık. Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık; Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir.
Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir, Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir. Bunun için ölüme bir atılış gerekir. Atıldıktan sonra bir daha dönmemektir...
YAKARIŞ
I
Anlamayız hayatı felsefeyle, ilimle; Hayat çelik ellerle atılan zar olmalı. Rahat yatakta ölmek acep olmaz mı çile? Kanlı sınır boyları bize mezar olmalı.
Âşık nasıl bulursa iç açan bir serin su Sevdiği bir güzelin som yalaz dudağında, Sönecektir bizim de gönlümüzün tamusu Tanrıların gezdiği yüce Tanrı Dağında.
Tanrı Dağı! Tanrılar, tanrılaşanlar dağı! Orda on üç asırdır bizi bir gözleyen var. Savaş türküleriyle aylı kızıl bayrağı, Kefensiz ölülerin ruhunu özleyen var.
Ulu Tanrı! Kür Şad'ın yenilmeyen ruhunu Yüce Tanrı Dağında daha biraz barındır! Geleceğiz yakında! Yarın bütün oralar Demir bileklerdeki çelik kılıçlarındır!
Tasamı dır yakarsa bir kurşun kalbimizi? Ne çıkar süngülerle delinirse bağrımız? Bu kurşunlar, süngüler öldüremezler bizi, Belki diner onlarla ezeli kalp ağrımız.
Gözümüzde bir hasret parlayarak düşünce, Toprak ana elbette bize açar kolunu. Onun kadar düşünmez bizi hiçbir düşünce, Kendi koynunda saklar can veren her oğlunu.
Yurt ve şeref uğrunda sen seril de toprağa Varsın hiçbir dudakta anılmasın er adın! Kan sızarak göğsünden huzuruna varınca Istırâbı dinecek belki o gün Kür Şad'ın.
Gam mı ceylân gözlüler bizlere yâr olmasa? Yeter ki kılıçlarla süngüler yâr olmalı. Rahat yatakta ölmek sanki değil mi tasa? Savaş ve er meydanı bize mezar olmalı.
II
Bir gün olur, elbette eski beğler dirilir; Yine kılıç kuşanır tarihteki paşalar. Yine şanlar alınıp nice canlar verilir, Yiğit akınımızdan yine dünya şaşalar.
"Türk tarihi" denilen kahramanlık şiirini Yeniden yazmak için harcayacağın kandır. Mısralar, içinde en güzel ve derini Batıda "Niğbolu", doğuda "Çaldıran"dır.
Yine Batılıların üçüncü Kosova'da Topraklara sereriz, bir değil, birkaçını. Çekilince kılıçlar yeniden Haçova'da Paramparça ederiz Cermenliğin haçını.
Yine ufka açılır şanlı korsanlarımız, Bir Türk gölü yaparlar Akdeniz'in içini. Acı acı gülerek bugün susanlarımız. Yarın rezil ederler Romalı’nın piçini
Genç Fatih’in ordusu yine tekbir alınca Söndürürüz kâfirin Meryem Ana mumunu. Haritadan sileriz Tuna’ya at salınca Ulah’ını, Sırp’ını, Bulgar’ını, Rum’unu.
Gövdesini elbette döndürürüz kalbura Bir geçerse Moskof’un elimize yakası. Çanakkale önünde yine kopar bir bora Süngümüzle bozulur İngiliz'in cakası...
Yiğit Harbiyeliler! Öğrenin dersinizi: Kahraman göz kırpmadan düşmana saldırandır.
Vazifeniz: Kanije, Silistire, Pilevne, Niğebolu, Kosova, Malazgirt, Çaldıran'dır.
Yarın Yavuz dirilip bize buyruk verince Kızgın kum çöllerini yeni baştan aşarız. Kanlarımız sebildir; akıtarak hepsini Belirsiz mezarlarda anılmadan yaşarız...
YOLLARIN SONU
Bugün yollanıyorken bir gurbete yeniden Belki bir kişi bile gelmeyecektir bize. Bir kemiğin ardında saatlerce yol giden İtler bile gülecek kimsesizliğimize.
Gidiyorum: Gönlümde acısı yanıkların... Ordularla yenilmez bir gayız var kanımda. Dün benimle birlikte gülen tanıdıkların Yalnız bir hatırası kaldı artık yanımda.
Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz; Çünkü bu yol kutludur, gider Tanrı Dağına. Hâlbuki yoldaşını bırakıp dönenlerin Değişilir topu da bir sokak kaltağına
İster düşün... Kendini ister hayale kaptır... Uzar, uzar, çünkü hiç sonu yoktur yolların. Bakarsın aldanmışsın, gördüğün bir seraptır Sevimli bir hayale açılırken kolların.
Ey doğunun alnımı serinleten rüzgârı! Ey karanlıkta bana arkadaşlık eden ay! Arzularım bir oktur, aşar ulu dağları. Düştüğü yer uzakta "DİLEK" adlı bir saray.
O sarayda bulunca tanrılaşan erleri Artık gözüm arkaya bir daha dönmeyecek. Hepsi sussa da "Kür Şad" uzatarak elini: "Hoş geldin oğlum ATSIZ, kutlu olsun!" diyecek.
SELAM
İçim yine sevinçle dolup yanıyor; Sanki deniz olmuş, dalgalanıyor.
Uzak uzak ülkelerden döndüm seferden; Yaralarım ağır, fakat mestim zaferden;
Zafer, ümit kaynağının bir çeşmesidir. Zafer birçok gönüllülerin birleşmesidir.
Gönülleri birleşenler ölse de bir gün Gök kubbede kalacaktır seslerinden ün.
Gönülleri birleşenler! Selam sizlere! Uzaklarda dertleşenler! Selam sizlere!
Selam sana hücrelerde benzi solan genç! Selam sana ey yılları heba olan genç!
İstikbalim gitti diye yaslanma sakın! İstikbalin değil, ruhun Tanrı’ya yakın!
O yalancı istikbale bir perde indir! “Gerçek yarın” unutma ki bir gün senindir!
Selam sana yavrusundan ayrılan kadın! Kim bilir sen gizli gizli nasıl ağladın!
Ne bir damla gözyaşı dök, ne yasla dövün; Sen yaşarken öksüz kalan yavrunla övün!
Gür sütünle aşladığın erlik cevheri Yapacaktır onu yarın yaman bir çeri...
Tek bir kadın değilsin sen... Sen bir ocaksın! Mademki bir adın Atsız, katlanacaksın!
Kafkasya’da can veren bir şehidin kızı Bir çeliktir... Yüreğinde erir her sızı...
Varsın, bağrın firkatiyle yavrunun yansın... Yansın, dayan! Çünkü sen de bir kahramansın!
Ey ekmeği alınanlar! Selam sizlere! Ey rütbesi çalınanlar! Selam sizlere!
Kardeş yahut arkadaştır diye evleri, Ocakları dağıtılan ülkü devleri!
Selam size! Üstünüzde bütün bakışlar, Bir gün olur, tarih sizi elbet alkışlar!
Ey ciğeri parçalanan kahpe veremden Ne beklersin dünyadaki sahte keremden?
Ciğerlerin sönüyorken Tanrı’yı andın; Tasa etme,gerçekleşir mukaddes andın.
Hepinize sevgilerle coşkun selamlar! Şehitlerimiz bile sizi belki selamlar
İçtiğiniz ıstıraplar size kımızdır Bu acılar mazimize selamımızdır.
En tatlı bir hayalimdir bu selam benim Kırk derece sıcaklıkta erirken tenim...
Çekiyoruz bunalarak fakat ne çıkar? Ulu Tanrı bir gün elbet bizi yargılar.
Bütün dünya sağırlaşsa o bizi dinler, O’nun rahmet denizinde ruhlar serinler.
Ey hırçın genç, ey güzel kız! Bırakın yası... Yeter temiz gönüllerin bizi anması...
Toprak ana uyuturken koynunda bizi Yarınkiler biçecektir ektiğimizi,
Yeşermesi ektiğimiz tohumun haktır, İşte o gün ruhlarımız şad olacaktır!
Selam şanlı mazimize! Selam yarına! Selam zafer ordusunun silahlarına!
Ey geçmişin yiğitleri! Selam sizlere Ey yarının şehitleri! Selam sizlere!
Siz tarihe yazıyorken şanlı bir satır, Aranızda bulunacak güleç bir batır;
Atsız oğlu Yağmur denen bu yağız çeri Atılarak hepinizden daha ileri
Güldürecek babasının yanık ruhunu; Ruh ve yürek sağırları anlamaz bunu…(1)
Karışınca gövdem yurdun topraklarına Ruhum uçar ırkımızın bayraklarına,
Varlığın sevgisi onlara taşır; Kendisi de ay-yıldıza belki karışır.
Bir gün gelip ırkımızın gürbüz erleri Adım adım dolaşırken kutlu yerleri
‘‘Vaktiyle bir Atsız varmış…’’ derlerse ne hoş! Anılmakla hangi bir ruh olmaz ki sarhoş?
Haydi artık dinsin bütün ıstırapların Ufuklardan şanlı bir gün doğacak yarın
Güzellikle sıcaklıkla ve ihtişamla... Kumandasız hazır olup onu selamla!
Gönlündeki yaraların kanını dindir...
Yüzde yüz Türk olduğun gün cihan senindir!
Bugünün Gençlerine
Yer bulmasın gönlünde ne ihtiras, ne haset. Sen bütün varlığına yurdumuzun malısın. Sen bir insan değilsin; ne kemiksin, ne de et; Tunçtan bir heykel gibi ebedi kalmalısın.
Istırap çek, inleme... Ses çıkarmadan aşın. Bir damlacık aksa da, bir acizdir gözyaşın; Yarı yolda ölse de en yürekten yoldaşın, Tek başına dileğe doğru at salmalısın.
Ezilmekten çekinme... Gerilemekten sakın! İradenle olmalı bütün uzaklar yakın, Doludizgin yaparken ülküne doğru akın Ateşe atılmalı, denize dalmalısın.
Ölümlerden sakınma, meyus olmaktan utan! Bir kere düşün nedir seni dünyada tutan? Mefkuresinden başka her varlığı unutan Kahramanlar gibi sen, ebedi kalmalısın...
1931
-II-
Muallim Arkadaşlarıma
Sen ne elde ve dilde gezen billur bir sağrak, Ne de sıska bir göğse takılan bir çiçeksin; Senin de bu dünyada nasibin var: Savaşmak!.. Kayalarla güreşip dağlarda öleceksin.
Yoldaşlık ederekten gökte güneşle, ayla Aşarsın tepe, ırmak; yürürsün ova, yayla... Hayata ne biçimde geldinse bir borayla Daha sert bir kasırga içinde biteceksin.
KIZIL ELMA uğrunda kılıç çekince kından, Bahtiyarlık denen şey artık geçmez yakından; Mesut olup gülmeyi sök, çıkar hatırından. Belki öldükten sonra bir parça güleceksin.
Yüz paralık kurşunla gider “HAYAT” dediğin; “Tanrı Yolu” uzaktır; erken kalk, sıkı giyin. Yazık, bütün ömrünce o kadar özlediğin Güzel Kızıl Elma’na varmadan öleceksin.
1931
-III-
Belki bir gün çöllerde kaybedersin eşini, Belki bir gün ağlarsın kaçtı diye karına. Işıksız kulübende boranın esişini Dinleyerek çıkarsın bir ümitsiz yarına.
Gün olur ki mertliğin uğrar kahpe bir hınca; Namert bir el arkandan seni vurur kadınca; Bir gün sabrın tükenir... Silahını kapınca Haykırarak çıkarsın yurdunun dağlarına...
Hayatın kamçısıyla sızar derinden kanlar, Senin büyük derdinden başkaları ne anlar? Vicdanını ‘‘Paris’’e, ‘‘Moskova’’ya satanlar, Küfür diye bakarlar senin dualarına.
Hey arkadaş! Bu yolda ben de coşkun bir selim, Beraberiz seninle, işte elinde elim. Seninle bu hayatın gel beraber gülelim, Ölümüne, gamına, tipisine, karına...
1931
-IV-
Asker Kardeşlerime
Atandan kalmış olan kılıcı iyi bile, Onu bütün gücünle vuracaksın çağında. Savaş... Bunun tadını ey Türk sen bulamazsın, Ne sevgili yanında, ne baba ocağında…
Savaşmaktan kaçınır, kim varsa alnı kara, Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara... Kazanmanın sırrını bilmiyorsan git, ara “Çanakkale” ufkunda, “Sakarya” toprağında.
Siyasette muhabbet... Hepsi yalan, palavra... Doğru sözü “Kül Tegin” kitabesinde ara... Lenin’den bahsederse karşında bir maskara, Bir tebessüm belirsin sadece dudağında.
Yatağında ölmeyi hatırından sök, çıkar! Döşeğin kara toprak, yorganındır belki kar... Sen gurbette kalırsan, ben ölürsem ne çıkar? Ruhlarımız buluşur elbet Tanrıdağı’nda...
1931
-V-
Mukadderat isterse seni yoldan çevirsin, Sen hele bu yollarda yıpranarak aşın da, Varsın bütün ömrünce bir an nasip olmasın Yorgunluğunu gidermek serin bir su başında.
Bir gülüşten ne çıkar, ne çıkar ağlamaktan? Kullar kancıklık eder, bela bulursun Hak’tan. Gün olur ki bir yudum su ararsın bataktan, Gün olur ki bir tutam tuz bulunmaz aşında.
Bir çığ gibi yürürsün bir lahza durmaksızın, Bir ilahi kaynaktan geliyor çünkü hızın. Duygular ölmüştür... Tapınılan bir kızın Bir füsun bulamazsın gözlerinde, kaşında.
Istırabı kanına katta göz kırpmadan iç! Varsın gülsün ardından, ne çıkar, bir iki piç... Bu varlık dünyasında yalnız senin hiç mi hiç Bir şeyin olmayacak... Hatta mezar taşın da...
1931
VARSAĞI
Gel be dilber zevk edelim, Orda yalnız ne yatarsın? Acı şarap kadehime, Dudağından bal katarsın.
Kızlar bana bakarsa da, Yasemin, gül kokarsa da, Yarın gönül bıkarsa da, Bugün için sen yetersin.
Dudakların: O ne meydir! Bu sendeki nice huydur? Gönlüm nişan, kaşın yaydır, Kirpiğinle ok atarsın.
Desem sana: "Sevişelim!" Dersin: "Hayır, konuşalım!" Desem: "Kız gel öpüşelim!" O dem hemen kaş çatarsın.
Yarın bir savaş olursa, Meydanda kan, baş olursa,
‘‘Atsız’’a bir iş olursa, Kız yine sen yas tutarsın...
TÜRKÇÜLÜK BAYRAĞI
Türk duygusu her Türkçüye en tatlı kımızdır; Türk ülküsü candan da aziz bayrağımızdır.
Bayrak ki onun gölgesi Bozkurtları toplar; Bayrak ki bütün kaybedilen yurtları toplar.
Nerden geliyor? Tanrıkut'un ordularından! Lakin bize bir beyt okuyor kutlu yarından:
Darbeyle gönüllerde yatan ülkü silinmez! Atsız yere düşmekle bu bayrak yere inmez!... | |
|