|
| NECİP FAZIL KISAKÜREK ŞİİRLERİ | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
TÜRK KAĞAN
| Konu: NECİP FAZIL KISAKÜREK ŞİİRLERİ Ptsi Mart 23, 2009 8:31 pm | |
|
SAKARYA TÜRKÜSÜ
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya: Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak; Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir: Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat: Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne? Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine:
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için. Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabb'im isterse, sular büklüm büklüm burulur. Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakarya'm, sana mı düştü bu yük? Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!..
Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya! Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal; Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan: Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân; Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu? Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna? Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler; Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya. Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su: Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek: Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl! Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu'nun, Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız; Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader; Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz: Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya: Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!
Necip Fazıl KISAKÜREK
Ayrılık Vakti Akşamı getiren sesleri dinle Dinle de gönlümü alıver gitsin Saçlarımdan tutup kor gözlerinle Yaşlı gözlerime dalıver gitsin
Güneşle köye in beni bırak da Küçüle küçüle kaybol ırakta Su yolu dönerken arkana bak da Köşede bir lahza kalıver gitsin
Ümidim yılların seline düştü Saçının en titrek teline düştü Kuru yaprak gibi eline düştü İstersen rüzgara salıver gitsin Aynalar Aynalar bakmayın yüzüme dik dik; İşte yakalandık kelepçelendik! Çıktınız umulmaz anda karşıma Başımın tokmağı indi başıma.
Suratımda her suç bir ayrı imza Benmişim kendime en büyük ceza! Ey dipsiz berraklık ulvi mahkeme! Acı hapsettiğin sefil gölgeme!
Nur topu günlerin kanına girdim. Kutsi emaneti yedim bitirdim. Doğmaz güneşlere bağlandı vade; Dişlerinde köpek nefsin irade.
Günah günah hasad yerinde demet; Merhamet suçumdan aşkın merhamet! Olur mu dünyaya indirsem kepenk: Gözyaşı döksem Nuh tufanına denk?
Çıkamam aynalar aynalar zindan. Bakamam aynada aynada vicdan; Beni beklemeyin o bir hevesti; Gelemem aynalar yolumu kesti Ölünün Odası Bir oda yerde bir mum perdeler indirilmiş; Yerde çıplak bir gömlek korkusundan dirilmiş. Sütbeyaz duvarlarda çivilerin gölgesi; Artık ne bir çıtırtı ne de bir ayak sesi...
Yatıyor yatağında dimdik upuzun ölü; Üstü boynuna kadar bir çarşafla örtülü. Bezin üstünde ayak parmaklarının izi; Mum alevinden sarı baygın ve donuk benzi.
Son nefesle göğsü boş eli uzanmış yana; Gözleri renkli bir cam mıhlı ahşap tavana. Sarkık dudaklarının ucunda bir çizgi var; Küçük bir çizgi küçük titreyen bir an kadar.
Sarkık dudaklarında asılı titrek bir an; Belli ki birdenbire gitmiş çırpınamadan. Bu benim kendi ölüm bu benim kendi ölüm; Bana geldiği zaman böyle gelecek ölüm Beklenen Ne hasta bekler sabahı Ne taze ölüyü mezar Ne de şeytan bir günahı Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni Yokluğunda buldum seni; Bırak vehmimde gölgeni Gelme artık neye yarar? Bekleyen
Sen kaçan bir ürkek ceylansın dağda Ben peşine düşmüş bir canavarım! İstersen dünyayı çağır imdada; Sen varsın dünyada bir de ben varım!
Seni korkutacak geçtiğin yollar Arkandan gelecek hep ayak sesim. Sarıp vücudunu belirsiz kollar Enseni yakacak ateş nefesim.
Kimsesiz odanda kış geceleri İçin ürperdiği demler beni an! De ki: Odur sarsan pencereleri De ki: Rüzgâr değil odur haykıran!
Göğsümden havaya kattığım zehir Solduracak bir gül gibi ömrünü. Kaçıp dolaşsan da sen şehir şehir Bana kalacaksın yine son günü.
Ölürsün... Kapanır yollar geriye; Ben mezarla sırdaş olur beklerim. Varılmaz hayale işaret diye Toprağında bir taş olur beklerim... Canım İstanbul Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten bir şey; hava renk eda iklim; O benim zaman mekan aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız suyu telli pulludur; Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. Denizle toprak yalnız onda ermiş visale Ve kavuşmuş rüyalar onda onda misale.
İstanbul benim canım; Vatanım da vatanım... İstanbul İstanbul...
Tarihin gözleri var surlarda delik delik; Servi endamlı servi ahirete perdelik... Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at; Pırlantadan kubbeler belki bir milyar kırat... Şahadet parmağıdır göğe doğru minare; Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?.. Hayattan canlı ölüm günahtan baskın rahmet; Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...
O manayı bul da bul! İlle İstanbul'da bul! İstanbul İstanbul...
Boğaz gümüş bir mangal kaynatır serinliği; Çamlıca'da yerdedir göklerin derinliği. Oynak sular yalının alt katına misafir; Yeni dünyadan mahzun resimde eski sefir. Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar Perili ahşap konak koca bir şehir kadar... Bir ses bilemem tanbur gibi mi ud gibi mi? Cumbalı odalarda inletir "Katibim"i...
Kadını keskin bıçak Taze kan gibi sıcak. İstanbul İstanbul...
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! Yedi renk yedi sesten sayısız belirişler... Eyüp öksüz Kadıkoy süslü Moda kurumlu Adada rüzgar uçan eteklerden sorumlu. Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından. Ana gibi yar olmaz İstanbul gibi diyar; Güleni şöyle dursun ağlayanı bahtiyar...
Gecesi sümbül kokan Türkçesi bülbül kokan İstanbul İstanbul... Çile Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam Gezdirsin boşluğu ense kökünde! Ve uçtu tepemden birden bire dam. Gök devrildi künde üstüne künde...
Pencereye koştum: Kızıl kıyamet! Dediklerin çıktı ihtiyar bacı! Sonsuzluk elinde bir mavi tülbent Ok çekti yukardan üstüme avcı.
Ateşten zehrini tattım bu okun. Bir anda kül etti can elmasımı. Sanki burnum değdi burnuna (yok)un. Kustum öz ağzımdan kafatasımı.
Bir bardak su gibi çalkandı dünya; Söndü istikamet yıkıldı boşluk Al sana hakikat al sana rüya! İşte akıllılık işte sarhoşluk!
Ensemin örsünde bir demir balyoz Kapandım yatağa son çare diye. Bir kanlı şafakta bana çil horoz Yepyeni bir dünya etti hediye.
Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor; Mekânı bir satıh zamanı vehim. Bütün bir kainat muşamba dekor Bütün bir insanlık yalana teslim.
Nesin sen hakikat olsan da çekil! Yetiş körlük yetiş takma gözde cam! Otursun yerine bende her şekil; Vatanım sevgilim dostum ve hocam!
Aylarca gezindim yıkık ve şaşkın . Benliğim kazan ve aklım kepçe Deliler köyünden bir menzil aşkın Her fikir içimde bir çifte kelepçe.
Niçin küçülüyor eşya uzakta ? Gözsüz görüyorum rüyada nasıl ? Zamanın raksı ne bu yuvarlakta? Sonu varmış onu öğrensem asıl ?
Bir fikir ki sıcak yarada kezzap Bir fikir ki beyin zarında sülük. Selâm selam sana haşmetli azap; Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.
Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol! Ey yedinci kat gök esrarını aç! Annemin duası düşte perde ol! Bir asâ kes bana ihtiyar ağaç.
Uyku katillerin bile çeşmesi; Yorgan Allahsıza kadar sığınak Teselli pınarı sabır memesi; Size şerbet bana kum dolu çanak.
Bu mu rüyalarda içtiğim cinnet Sırrını ararken patlayan gülle? Yeşil asmalarda depreniş şehvet; Karınca sarayı kupkuru kelle....
Akrep nokta nokta ruhumu sokmuş. Mevsimden mevsime girdim böylece Gördüm ki ateşte cımbızda yokmuş. Fikir çilesinden büyük işkence.
Evet her şey ben de bir gizli düğüm Ne ölüm terleri döktüm nelerden! Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm Yetişir çektiğim mesafelerden!
Ufuk bir tilkidir kaçak ve kurnaz. Yollar bir yumaktır uzun dolaşık Her gece rüyamı yazan sihirbaz Tütüyor önümde mavi bir ışık.
Büyücü büyücü ne bana hıncın? Bu kükürtlü duman nedir inimde ? Camdan keskin kıldan ince kılıcın Bir zehirli kıymık gibi beynimde.
Lügat bir isim ver bana halimden ; Herkesin bildiği dilden bir isim! Eski esvaplarım tutun elimden Aynalar söyleyin bana ben kimim?
Söyleyin söyleyin ben miyim yoksa Arzı boynunuzda taşıyan öküz? Bela mimarının seçtiği arsa ; Hayattan muhacir eşyadan öksüz?
Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim Minicik gövdeme yüklü Kafdağı Bir zerreciğim ki Arş ' a gebeyim Dev sancılarımın budur kaynağı!
Ne yalanlarda var ne hakikatta . Gözümü yumdukça gördüğüm nakış Boşuna gezmişim yok tabiatta. İçimdeki kadar iniş ve çıkış.
Gece hendeğe düşercesine Birden kucağına düştüm gerçeğin. Sanki erdim çetin bilmecesine Hem geçmiş zamanın hem geleceğin.
Açıl susam açıl! Açıldı kapı; Atlas sedirinde mavera dede. Yandı sırça saray ilahi yapı Binbir avizeyle uçsuz maddede.
Atomlarda cümbüş donanma şenlik Ve çevre çevre nur çevre çevre nur. İçiçe mimari içiçe benlik Bildim seni ey Rab bilinmez meşhur!
Nizam köpürüyor med vakti deniz Nizam köpürüyorta çenemde su. Suda bir gizli yol pırıltılı iz Suda ezel fikri ebed duygusu.
Kaçır beni ahenk al beni birlik Artık barınamam gölge varlıkta Ver cüceye onun olsun şairlik Şimdi gözüm büyük sanatkarlıkta
Öteler öteler gayemin malı Mesafe ekinim zaman madenim Gökte samanyolu benim olmalı ; Dipsizlik gölünde inciler benim.
Diz çök ey zorlu nefs önümde diz çök Heybem hayat dolu deste ve yumak Sen bütün dalların birleştiği kök Biricik meselem sonsuza varmak.
| |
| | | ülkü gülü/m KAĞAN
| Konu: Geri: NECİP FAZIL KISAKÜREK ŞİİRLERİ Cuma Tem. 10, 2009 10:38 pm | |
| - Alıntı :
- Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
tam bizleri anlatan bir mısra Beni zaman kuşatmış, mekan kelepçelemiş; Ne sanattır ki, her şey, her şeyi peçelemiş... Perde perde veralar, ışık başka, nur başka; Bir anlık visal başka, kesiksiz huzur başka. Renk, koku, ses ve şekil, ötelerden haberci; Hayat mı bu sürdüğün, kabuğundan, ezberci? Yoksa göz, görüyorum sanmanın öksesi mi? Fezada dipsiz sükut, duyulmazın sesi mi?
Rabbim, Rabbim, Yüce Rab, âlemlerin Rabbi, sen!
Sana yönelsin diye icad eden kalbi, sen! Senden uzaklık ateş, sana yakınlık ateş! Azap var mı alemde fikir çilesine eş? Yaşamak zor, ölmek zor, erişmekse zor mu zor? Çilesiz suratlara tüküresim geliyor! Evet, ben, bir kapalı hududu aşıyorum; Ölen ölüyor, bense ölümü yaşıyorum! Sonsuzu nasıl bulsun, pösteki sayan deli? Kendini kaybetmek mi, visalin son bedeli? Mahrem çizgilerine baktıkça örtünen sır; Belki de benliğinden kaçabilene hazır. Hatıra küpü, devril, sen de ey hayal, gömül! Sonu gelmez visalin gayrından vazgeç, gönül!
O visal, can sendeyken canını etmek feda; Elveda toprak, güneş, anne ve yâr elveda!
Necip Fazıl (üstad Ruhun şad olsun) | |
| | | | NECİP FAZIL KISAKÜREK ŞİİRLERİ | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| RADYO TÜRKİYEM |
|
|